Die Asta!

“Onun büyüsünü, filmlerini göstermekten başka nasıl tarif edebiliriz ki?” Mart ayı boyunca Pazar günleri Kundura Sinema’da canlı müzik eşliğinde gösterilecek Sinemanın Öncü Kadınları: Asta Nielsen programının küratörü Pamela Hutchinson’ın kaleminden ‘Die Asta’!

KUNDURA BLOG | KÜRATÖRÜN KALEMİNDEN

Bir Alman kartpostalında Asta Nielsen.

Asta Nielsen sessiz film döneminin en büyük kadın oyuncusuydu.  Aynı zamanda çok ünlüydü, ilk uluslararası film yıldızlarından biriydi. Dünyanın dört bir yanından seyirciler; ihtişamın, modernliğin, sofistikeliğin, kültürün ve çift cinsiyetliliğin simgesi olarak ona tapıyorlardı. Ama tüm bunları söylemesi kolay. Asta Nielsen’in çığır açan sinema kariyerini tüm görkemiyle anlayabilmek için, onu bir yıldıza dönüştüren filmleri ve içlerinde en muhteşemleri de olan, bir yıldıza dönüştüğü için yaptığı filmleri görmemiz gerekir.

Nielsen 1881’de Kopenhag’ın işçi sınıfı semtlerinden birinde doğdu. Ciddi anlamda yoksulluk içinde büyüse de hayali hep sahneye çıkmaktı. Çok genç yaşta bir çocuğu oldu ama çocuğun babasıyla evlenmeyi reddetti – o, başka bir hayatın hayalini kuruyordu çünkü. Bir oyuncu olarak iş buldu, ancak Danimarka sahnesi ona arzuladığı fırsatları sunamıyordu; bir arkadaşı ona, yeteneklerinin boyutunu tiyatro dünyasına göstermesi adına birlikte bir film çekmeyi önerdiğinde de, Nielsen bu fırsatı hiç düşünmeden kabul etti.

Bahsi geçen arkadaş, 29 yaşındayken Nielsen’ın sinema kariyerini başlatan ilk kışkırtıcı filmi The Abyss/Uçurum‘un (1910) yazarı ve yönetmeni Urban Gad‘dı. Gad, Nielsen’ın sinema alanında ortak iş ürettiği ilk kişiydi ve bir süre sonra ilk eşi de oldu. Nielsen’in sinemaya ilk adımında yarattığı etkiyi anlamak için, şehvetiyle kötü nam salmış Gaucho dansını sergilediği, duygusal açıdan yoğun bu filmi de gösteriyoruz. El değmemiş bir yeteneğe sahip olan Nielsen’ın hiçbir utangaçlığı yoktu ve kameranın bakışıyla anında bağlantı kurabiliyordu. Filmde kimsenin yapamadığı şekilde duyguları harekete geçirebiliyordu. Filmin yürek parçalayıcı finali çekildiği sırada stüdyodan geçen Danimarkalı yönetmen Benjamin Christensen’ın Asta’nın performansını izlemek için duraksadığı ve “İşte şimdi sinema sanata dönüştü” dediği söylenir. Nielsen, modern kamera önü oyunculuğunu icat etme misyonuna, vazifesi ve arzusu arasında sıkışıp kalmış bir kadının bu ham tasviriyle başladı.

Fotoğraf: DFI Det Danske Filminstitut

Uçurum’u, Danimarka’da çektiği ilk filmlerinden bir diğeri olan ve Nielsen’ın büyüleyici bir performans stilini, herkesten farklı ve cazibeli bir estetik anlayışını ve melodram türündeki hâkimiyetini nasıl bu kadar çabuk geliştirdiğini ortaya koyan The Black Dream / Kara Rüya (1911) melodramı ile birleştiriyoruz. Bu filmde biri genç ve yakışıklı, bir diğeri yaşlı, zengin ve son derece kıskanç olan iki talibin kur yaptığı bir sirk sanatçısını oynuyor. Asta’nın karakteri, gerçekten sevdiği adamı kurtarmak için her yola başvuruyor.

Fotoğraf: Friedrich-Wilhelm-Murnau-Stiftung

Nielsen’in yaramaz bir yanı da vardı; bunu anlatabilmek için de, filmlerinin pek çoğunu çektiği Almanya’ya taşındıktan sonra yaptığı, ezber bozuculuğuna rağmen çok popüler de olan cross-dressing komedilerinden birkaçını da gösteriyoruz. Zapata’s Gang / Zapata’nın Çetesi’nde (1913/14), bu sefer İtalya’da gerçek mekânlarda çekimleri olan bir oyuncuyu canlandırıyor. Birtakım haydutlar oyuncuların kostümlerini çalınca, Asta doğaçlama yapmak zorunda kalır ve öyle ikna edici bir hırsız kral olur ki, bir kadın hayranı bile olur.

Fotoğraf: DFI Det Danske Filminstitut

The ABC of Love / Aşkın Alfabesi’nde (1916), sevgilisinin erkeksi olmamasından yakınan ve ona centilmen bir sevgilinin nasıl davranması gerektiğini göstermek için son derece şık bir frak giyerek erkek kılığına giren ve bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kalan genç bir kadını canlandırıyor. Weimar sinemasında birçok kadın oyuncu karşı cinsten karakterleri canlandırmış olsa da, Nielsen muzip enerjisi ve ince, çarpıcı fiziği ile en başarılı olanlardan biriydi.

Fotoğraf: DFF Deutsches Filminstitut & Filmmuseum e.V.

Nielsen’in oğlan çocuklarını hatırlatan halinin en dramatik ifadesi, Hamlet‘in (1921) gösterişli, uzun metrajlı bir uyarlaması olan başyapıtında kendini gösterir. Bu filmin, orijinal metnin dışına çıktığı en büyük durum, diyalog olmadan Shakespeare oynamak değildi. Nielsen tahta çıkma sırasını korumak için hayatı boyunca asıl cinsiyet kimliğini gizleyen, Danimarka prensi taklidi yapan bir prensesi canlandırıyor. Bu versiyonda, Hamlet’in Danimarka sarayında kendini yalnız hissetmek için özel bir nedeni vardır ve bilhassa Ophelia ve Horatio ile olan ilişkileri, sakladığı bu sır yüzünden karmaşık bir haldedir. 

Bu filmden sonra Nielsen’in muhteşem performansına asla aynı gözle bakamayız. Genç bir (kadın) varis rolünde siyah taytı ve peleriniyle ikonik bir görüntü çizer. Close-Up dergisi’nin ifadesiyle de, ”siyah saplı, beyaz bir çarkıfelek”tir. Nielsen sanki bu rolü oynamak için yaratılmıştır. Trajedilere yaraşır düzeyde etkileyici bir yas tasviri sunarken oyunun manik sahnelerinde ise komediye olan yatkınlığından güç alır.

Fotoğraf: Eye Filmmuseum

Programı, Alman seyircilerin 1920’lerde “Die Asta” olarak benimsediği bu kadının çok özel iki filmiyle sonlandırıyoruz. 1913 yapımı uzun metrajı The Film Primadonna / Filmlerin Primadonnası’ndan geriye kalmış parçada, Nielsen’ı kendinin kurgusal bir versiyonunu oynarken izliyoruz: büyük bir yıldız, yapımcı ve aşık.

Fotoğraf: DFI Det Danske Filminstitut

1922 tarihli ve en iyi işlerinden biri olmasına rağmen gösterimi çok az yapılmış The Decline / Düşüş’te ise, Nielsen, kendini aşk için mahveden büyük ve ihtişamlı bir yıldız rolünde karşımıza çıkıyor. Nielsen ilerleyen yıllarda, ilk dönemlerindeki ihtişamı reddetti ve beyazperdede pahalı kostümler ve ağır makyajın ardına saklanmayan, gerçek yaşında, kırılgan bir kadın olarak boy gösterdi. Düşüş’ün trajik dönüm noktası gibi birçok sahnede, onu yıldızlığa taşıyan sınırsız ve su götürmez yeteneğini bizlere yeniden hatırlattı. Bu filmde hem film yıldızı ve oyuncu, hem de aşık ve trajedilerin kadını rollerine giriyor ve kendi hayatının onu fakirlikten zenginliğe taşıyan imkânsız gidişatını tersine çeviriyor. Kariyerindeki en güçlü performanslarından biri kesinlikle!

Asta Nielsen, 1966. Fotoğraf: Tage Nielsen-Scanpix

‘Die Asta’nın büyüsünü, onun filmlerini göstermekten başka nasıl tarif edebiliriz ki? Yalnızca kelimelerle olacak iş değil. Macar eleştirmen Béla Belász’a göre, Nielsen’ın filmlerdeki performansı başlı başına yeni bir dil üretiyordu: “Sinematografideki gelişmeler ilk jest sözlüğümüzü bir araya getirmemize olanak sağladığında, Asta Nielsen’in jest konusundaki kelime haznesinin boyutlarını tartabilecek konumda olabileceğiz”. 

‘Asta Nielsen’ın Alfabesi’ni öğrenmek için bize katılın.

Pamela Hutchinson: İngiltere’nin güney kıyısında yaşayan bağımsız eleştirmen, küratör ve film tarihçisidir. Sight and Sound, Criterion, Indicator, The Guardian ve Empire gibi yayınlara yazıyor ve düzenli olarak BBC Radyo’ya yorumlarıyla katılıyor. “Pandora’s Box” ve yakında yayımlanacak “BFI Film Classics on The Red Shoes” kitaplarını yazmış, çoğu sessiz film üzerine hazırlanmış birçok derlemede denemeleri yayımlanmıştır. BFI Southbank için “Marlene Dietrich: Falling in Love Again” ve “In the Eyes of a Silent Star: The Films of Asta Nielsen” film programlarının küratörlüğünü yapmış; Christina Newland ile birlikte, ülke çapında gösterilen “Pre-Code Hollywood: Rules are Made to be Broken” adlı tur programını hazırlamıştır. Halen Sight and Sound’un Haftalık Film Bülteni’nin editörlüğünü yapmakta ve sessiz sinemaya dair geniş bir külliyat sunan web sitesi SilentLondon.co.uk‘a devam etmektedir.