“Geçen Gün” bir oyun izledim

“‘Geçen Gün’ün alameti farikası ve onu diğer dönemdaşlarından ayıran şey yenilikçi ve yatay hiyerarşik bir tiyatro idrakini hatırlatması oluyor.”

Gülin Dede Üstün*

Geçen Gün, 2023, Kundura Sahne, Fotoğraf: Canberk Ulusan

Var olan tiyatro anlayışının dışında yeni form arayışlarıyla tanıdığımız Naz Erayda ve Kerem Kurdoğlu 1991 yılında kurdukları, Türkiye tiyatro tarihinin önemli yapı taşlarından Kumpanya’dan bu yana bireysel projelerinin dışında ilk defa Geçen Gün ile çıktılar karşımıza.  Kurulduğu günden bu yana yurt içi ve dışından alternatif performans arayışlarını sahnesinde ağırlayan Beykoz Kundura Sahne’de izleme şansı bulduğumuz oyun aynı zamanda Kundura Sahne’nin yapımcılığını üstlendiği ilk tiyatro oyunu. Bu yan yana gelmeye vesile olan ve projenin hem uygulayıcı yapımcısı hem de bir nevi oyuncusu olan Tophane Noise Band’in de varlığıyla son dönemlerin en nevi şahsına münhasır birlikteliklerinden birini izleme şansını buluyoruz.

Şehirde iki kişi; sahnede Esme Madra ve Ozan Çelik, gündelik hayatın içinde yaşadıkları kesişmelere yükledikleri anlamları, endişelerini mekân, zaman, beden, ses, malzeme ve ışıkla harmanlayarak bize bir karşılaşmalar silsilesi anlatıyor.  Bu karşılaşmalar silsilesini izlemek için şehrin uzak bir noktasına gitmek durumunda olmak vardığınızda izlediğiniz oyunun sunduğu anlama daha yakın bir yerden bakmanıza da vesile oluyor. Benim Geçen Gün’e misafirliğim de soğuk bir kış gününde bindiğim takside, Üsküdar’dan kalkan boğaz vapurunda, yolu uzatarak bilmediğim Beykoz sokaklarında yürüyerek geçen, uzun ama keyifli bir yolculuğun sonunda başladı. Belki de bu yüzden Geçen Gün’ü izlerken, yol boyu yaşadığım kesişmeler ve konuşmaların da etkisiyle aklıma Walter Benjamin’in flanör (aylak kent gezgini) kavramı düşüverdi. Gülin olarak sokakla nasıl bir ilişki kurduğumu hatırlamaya çalıştım önce. Aylaklık, oyunla ve kendimle hem çok yakın hem çok uzağa düşen yanlarıyla kafamın içinde dolandı durdu. Kentin bohem, düşünür gezginlerinin dolaştığı sokaklarda Erayda ve Kurdoğlu’nun karakterleri biraz daha huzursuz ve hatta huysuz bir şekilde dolanıyorlardı. Bense yaşanabilecek tüm huzursuzluklara rağmen sokakla daha barışçıl bir ilişki kurmaya çabalıyordum. Ama diğer yandan bir flanör gibi izlemek yerine oyunun karakterleri gibi ben de yolumun kesiştikleriyle, şahit olduklarımla daha fazla ilişkiye giriyordum. Ancak onlar her ilişkilendiklerinde daha çok tehdit altında hissediyorlardı kendilerini. Sonunda umutlu bir gülümsemeyi arasa da, Kurdoğlu’nun kaleme aldığı metin, şehirle “Ne kadar büyüleyici bir şehir bu. Her köşesi başka güzel. Her köşesinde başka bir sürpriz” sözleriyle barışmaya çalışsa da hapsolduğu tekinsizliği de şu sözlerle ele veriyordu; “Geçen gün yolda yürüyordum. İçimde böööyle kötü bir his. Uğursuz bi şey. Her an kötü bir şey olacakmış gibi. Sanki sokak her zamankinden daha karanlık.”

Çizim: Gülin Dede Tekin

Hikâyeye yayılan bu “enerji dolu!” huzursuzluk klasik tiyatro izleyicisini anlatım biçimiyle de vuracak şüphesiz. Karşımıza çıkmasına alıştığımız aktarım araçlarının birçoğu bu oyunda yok. Dili yapı bozuma uğratarak başlayan ve tekrarlara dayanan bir anlatım bekliyor seyirciyi. Bu yer yer oyundan kopmalara sebebiyet verse de Erayda ve Kurdoğlu’nun rejisi çok hızlı şekilde yeniden yakalamayı biliyor. Seyirciyi hem dahil ediyor hem de ona mesafelenme şansı bırakıyor bir nevi. Oyuncuların kelime kelime parçalayarak bölüştükleri hikayeleri, dakikalar ilerledikçe cümlelere ve paragraflara dönüşüyor. Sözleri arttıkça yollarına eşlik eden malzemeler artıyor. Basit ve iddiasız metin tercihi müzik ve dansla birleşirken yoluna merdivenler, yokuşlar, tuğlalar çıkıyor. Kâh metnin müziğe dönüştüğü anlarda şarkıcı, kâh performanslarıyla dansçı, kâh arkada atık malzemelerle şehrin ambiyansını yaratan uygulayıcı, kâh oyuncuların yollarına engeller koyan şehir kurucu olarak görebildiğimiz Tophane Noise Band ekibi bir nevi üçüncü oyuncu olarak hikâyeye dahil oluyor ve metin onların varlığıyla zenginleşiyor.

Geçen Gün, 2023, Kundura Sahne, Fotoğraf: Canberk Ulusan

Ruhuna Çıplak Ayaklar Kumpanyası’nın işlerinden aşina olsak da Tophane Noise Band’in ilk tınılarıyla bir kulak tiyatrosu deneyimi olan Podacto projesinde karşılaşmıştım. Mihran Tomasyan’ın ÇAK atölyesinin deposunda biriktirdiği atık malzemelerden çıkardıkları seslerle oluşturdukları müzik performanslarına hayat veren grubun Erayda ve Kurdoğlu birlikteliği belli ki bir laboratuvar çalışmasına dönüşmüş. Sokakta özgün ve biricik olanı arayan flanörler gibi güçlerini birleştirdikleri diğer tüm disiplinlerle birlikte o özgünlüğün ve biricik olanın peşine düşmüşler. Tomasyan ile Maral Ceranoğlu’nun yaptığı hareket düzeni adeta bir reji gibi oyunun omurgasını oluşturuyor. Madra ve Çelik sahnede yüksek efora dayanan tempolarını hiç düşürmemelerinin yanında parçalı metne hâkimiyetleriyle ışıldıyorlar. Kimsenin önüne geçmediği yek vücut bir ikili olmuşlar sahnede.  Utku Kara’nın ışık tasarımı senenin en göz alışı ışık tasarımlarından biri olarak hala hafızamda. Tophane Noise Band’in, malzemelerden oluşan ve sahne boyutlarını da belirleyen uzun tezgâhı Beykoz Kundura’nın restore edilmiş mimarisi ışık tasarımıyla yan yana gelince görkemli bir gösteriye dönüşüyor. Bu noktada Geçen Gün’ün alameti farikası ve onu diğer dönemdaşlarından ayıran şey yenilikçi ve yatay hiyerarşik bir tiyatro idrakini hatırlatması oluyor sanırım. 

Oyunun tanıtım metni şu soruları soruyor kendine ve bize belki de;

 “Bu bir konser mi?  / Dans gösterisi mi? / Oyun mu? / Performans mı? / Hiçbiri. / Hepsi.”

Hangisini çıkarsanız diğeri için evet cevabı verebileceğiniz bir deneyim Geçen Gün. Hem hepsi hem de hiçbiri gerçekten de.

*Bu yazı, Argontolar.com‘da yayınlanmıştır. (9 Şubat 2024)