06 Şub İlaç gibi “Geçen Gün”
“Medeniyeti tek dişi kalmış canavar olarak görenlerin fütursuzca daralttığı kişisel alanlarında kendi kavramlarını sorgulamanın ve şiddete yenik düşmeme çabasının yoruculuğunu hissedenler için Geçen Gün ilaç gibi gelen bir sahne etkinliği.”
Münip Melih Korukçu* – İAÜ, GSF, Drama ve Oyunculuk Bölümü Öğretim Üyesi
Naz Erayda ve Kerem Kurdoğlu çifti… Dile kolay 30 sene öncenin iddialı topluluğu Kum.Pan.Ya’nın kurucuları… 1999 yılında mezuniyet tezimi Türkiye’de Deneysel Tiyatro ve TAL başlığıyla hazırladığım zamanlarda tanıyıp hayranlık duyduğum, sonraları arkadaşlıklarıyla onurlandığım ikili… 80’ler Türkiye tiyatrosunun kurumsal sultasını delip geçen, avangard nitelikli işleriyle, küf kokan ve müzelik, Peter Brook’un tanımlamasıyla ‘Ölü Tiyatro’ya güçlü bir alternatif oluşturan Kum.Pan.Ya’nın beyin takımı… Elbette ki bu tanımlamalar nereden bakılırsa bakılsın indirgemeci bir yaklaşıma dönüşebilir. Ancak yazıya böyle girmemin temel nedeni onların bendeki yerini ifade etmekten çok, Türkiye tiyatrosu için önemine vurgu yapmak. Eline projeksiyon cihazı geçirip, sahne önüne yerleştirilmiş mikrofondan ötekileştirme temasının farklı varyasyonlarını tadım mönüsüne dönüştürerek yedirmeye çalışanın alternatif kabul edildiği bir zamanda gerçekten alternatif olanın ne olduğunu hatırlatmak da eklenebilir bu vurguya. Yaptıkları her işte hem öz hem de biçim açısından yeni ve farklı olanı aramakla kalmayıp bulabiliyor oluşlarıyla kayda değer bu ikilinin yeni işleri Geçen Gün, geçmeyen gündemiyle günümüzde de alternatif tiyatronun nitelikli örneklerinden biri olarak dikkatleri hak ediyor!
Bütünsel bir tiyatro dili hedefleyen ikili Kum.Pan.Ya çatısı altında gerçekleştirdiği diğer yapımlarında da olduğu gibi bu kez Kundura Sahne yapımı olan Geçen Gün adlı etkinliğin de çalışma süreçlerinde, “oyun + dramaturgi + yönetmenin yorumu + oyunun icrası + dekor + ışık ve ses etkilerinin katkısı” şeklindeki tipik yaratım şablonu yerine, tüm ögeler arasındaki karşılıklı etkileşimi esas alan bir yöntem uyguluyor. Söz gelimi ışık tasarımının getirdiği bir anlayış, oyun metninin kısmen yeniden yazımını gerektirecek fikirler doğurabilir. Bu diyalektik yaratıcılık ilişkisini sonuna kadar korumaya çalışan ikili, çıkış noktası olarak tespit ettiği bir ögeyi, diğer tüm ögelerin ilk sıçrayışı yapacakları bir mihenk taşı olarak belirleyip, diğer ögelerin yaratıcılığını kışkırtıcı bir nitelik kazandırabilmesi açısından iyice çözümlemekle işe başlıyor. Bu ateşleyici öge, bir metin olabileceği gibi bir mekan ya da ışık tasarımı olabiliyor. Yapımlar, bu ateşleyici ögenin diğer ögelerle kurduğu ilişki ve yaratıcılık etkileşimiyle bütünselliğe oturtuluyor.
Oyundan çıktığımda aklımda Goethe’nin Genç Werter’in Acıları romanındaki cümle tınlıyor: “Dünya hassas kalpler için cehennemdir”. Kendinin hassas bir kalp taşıdığını düşünen herkes son yirmi senedir sistemli bir biçimde cehaletin, nobranlığın, kabalığın, yükselen değerler olduğu günümüz Türkiye’sinde kutuplaştırıcı siyasetin tuzaklarına düşmemeye çalışarak kendi cehennemine sürüklendiğini hissediyor olabilir. Medeniyeti tek dişi kalmış canavar olarak görenlerin fütursuzca daralttığı kişisel alanlarında kendi kavramlarını sorgulamanın ve şiddete yenik düşmeme çabasının yoruculuğunu hissedenler için Geçen Gün ilaç gibi gelen bir sahne etkinliği…
Etkinlik diyorum çünkü oyun bülteninde “Bu bir konser mi? Dans gösterisi mi? Oyun mu? Performans mı? Hiçbiri. Hepsi.” olarak sunuluyor. Türlerarasılığın güzel bir örneği olduğunu söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Kundura Sahne yapımı olan Geçen Gün Kerem Kurdoğlu’nun Yazdığı, Naz Erayda ile birlikte yönettikleri bir etkinlik. Ses/Söz/Hareket tek perdelik bu etkinliğin üç önemli bileşeni.
Ses kısmına baktığımızda sahne gerisine konumlandırılan gündelik nesnelerden oluşturulmuş bir orkestra görüyoruz. Bir süpürge, tava, damacana, dikiş makinası ve daha bir sürü alakasız nesnenin oluşturduğu orkestra, etkinliği bir konsere dönüştürüyor. Ses tasarımı Tophane Noise Band (Serkan Aka, Mihran Tomasyan, Selim Cizdan, Ufuk Fakıoğlu) tarafından yapılmış. Etkinliğin ana bileşenlerinden biri olmasının dışında diğer tüm sahneleme araçlarının da etkileşiminde organik bir biçim alıyor ve bu biçimle sahneden seyirciye yönelen yapıyı estetize de ediyor.
Hareket bileşenine baktığımızda Maral Ceranoğlu ve Mihran Tomasyan imzasını görüyoruz. Çıplak Ayaklar Dans topluluğunun yetkin geçmişinin gücünü arkasına alan hareket, etkinliğin bütünleştirici unsuru olarak göz dolduruyor. Topluluğa oyuncu olarak eşlik eden Esme Madra ve Ozan Çelik’in bu türlerarası yapı içerisinde gerek beden kullanımı gerek ifade gücü eklektizmden uzak doğal ve akışkan ancak bir o kadar da samimi bir aktarımı mümkün kılıyor. Utku Kara’nın ışık tasarımı ise sahne üzerinde gerçekleşen bu devinimi kucaklayan bir atmosfer sağlıyor.
Söz boyutuna geçmeden önce yapımın dramaturjik yaklaşımına bakacak olursak, modern dramaturginin belirli ve akılcı tek bir anlam atfetmeden sahne üstü hiçbir göstergenin meşruluğunu kabul etmeyen işlevselci yaklaşımına karşı, çok anlamlılığa, hatta sezgisel, çağrışımsal, duyumsal anlamlara da aynı ağırlıkta değer veren bir özellik taşıdığı görülüyor. Modern dramaturgiye başkaldıran postmodern estetiğin “her şey gider” sloganı ya da modernizmin “neden” sorusuna karşı sorduğu “neden olmasın” sorusunun ima ettiği kadar fütursuz ve hesapsız bir tavır olmadığı belirtilen bu yaklaşım, her yönüyle düşünülmüş bir sorumlulukla gelişiyor.
Böylesi bir dramaturjik yaklaşımla ele alınan söz de Geçen Gün adlı etkinliğin önemli bir bileşeni. Kerem Kurdoğlu tarafından yazılan metin iki hassas kalbin birbirini görüp, tanıyıp, gülümsemesi ekseninde ilerlemekte. Onlar da aynı dertten mustaripler. Şehir ve şehrin yükselen değerleriyle başa çıkmaya çalışıyorlar: nobranlık, kabalık, tekinsizlik… Yolları kesişiyor bazen. Bazen ayrı rotalarda ilerliyorlar… Hareket ve sesle birleşen, ayrışan, yer yer tekrarlayan sözlerle örülü metin alışılageldik dramatik oyun metni yapısını taşımıyor. Günümüz sahnelemelerinde kullanıla kullanıla eskiyen hikaye anlatıcılığının bambaşka biçimlerde de olabileceğini gösteren sade ama güçlü bir matematikle oluşturulmuş. Kişileştirmenin iki ana öznesi incelikleri yüzünden birbirlerine dokunamasalar da oturdukları bir banktan manzarayı izlerken tebessüm edebiliyorlar. İşte bu tebessüm, yolları ayrı olsa bile yalnız olmadıklarının bir ilanı. Savaşa, şehre yenik düşmediklerinin… Goethe haklı olabilir, dünya hassas kalpler için bir cehennem olabilir ama sanat bir cehennemi tek bir tebessümle cennete çevirebilir…
*Bu yazı, 5 Şubat 2024 tarihinde Mimesis Dergi‘de yayınlanmıştır.