05 Eki ERKEN DÖNEM KADIN FİLM YÖNETMENLERİNİ İZLEME REHBERİ
Filmler her ne kadar büyük tutku uyandırsa da sinema tarihinin derinliklerine inmek göz korkutucu olabilir. Belirli bir aktör, yönetmen veya alt türe kafayı takmış kaç sinemasever varsa bir o kadar da nereden başlayacağını bilmekte zorluk çekenler var. Bazen yeni başlayandan bilmişliğe giden yola çıkmanızı sağlayacak şey doğru tavsiyedir…
Bu neden çok basit görünmeyebilir
Sessiz dönemde filmler çoğunlukla kadınlar için ve sıkça kadınlar tarafından yapılırdı. Ancak erken dönem kadın film yönetmenleri söz konusu olduğunda “az bulunurluk miti” şeklinde bir yanlış algı vardır. Güncel sinema dergilerinden saygın film tarihi kitaplarına kadar pek çok yerde erken dönem kadın film yönetmenleri düzenli biçimde ender bulunan bireyler şeklinde lanse edilir –gerçekte durum böyle olmadığında bile. Belki de dünyanın ilk senaryolu ve anlatımlı kurgu filminin yönetmeni bir kadındı; 1910’lu yılların ortalarından sonra ise Universal Stüdyoları’nda bir kadın yönetmen patlaması vardı. Lois Weber, Alice Guy-Blaché, Germaine Dulac, Lotte Reiniger ve Mabel Normand gibi kadınlar; her biri kendi alanlarının öncüleri olmakla beraber kadın senaristlerle ve ağırlıklı olarak kadınlardan oluşan izleyici kitlesi için filmler üreten çok önemli kadın yapımcılarla dolu bir sektör tarafından destekleniyorlardı. Ancak bu gerçeği, “sinemada kadın” konusunu bir alt başlığa indirgeyen ders kitaplarından öğrenemezsiniz.
Bundan çıkan sonuç; erken dönem kadın film yönetmenlerinin isimleri size tanıdık gelmiyorsa filmleri de size yabancı gelecektir -ve bu filmleri arayıp bulmanıza değmeyeceğini düşünmeniz de doğaldır. Ancak böyle düşünmek büyük bir hata olur -çünkü bahsi geçen kişiler, sıklıkla zamanının cinsiyet ilişkilerine -ister şakacı ister politik bir tonda olsun- eleştirel yaklaşan filmler yapan büyük yeteneklerdir. Adı yalnızca birkaç jenerikte geçen yönetmenler de atlanmamalı. Film sektörünün yapısı toplumun geri kalanını yansıtıyordu ve yetenekli yönetmenlerin başka yerde çalışmak (veya çalışmamak) üzere sektörden ayrılmalarının pek çok sebebi vardı -ancak bunu yapmadan önce yine bize neler yapabileceklerini gösterebildiler.
Baslamak için en iyi yer – “Suspense” (1913)
20. yüzyılın başlarındaki en iyi film yönetmenlerinden biri olan Lois Weber, rakipleri D.W. Griffith ve Cecil B. DeMille için bir ağır toptu. Bu 10 dakikalık aksiyon filmini bir kere izlemek bile size Weber’in yetenekleri hakkında fikir verecektir. Yönetmenin yarattığı tırnak ısırtan yoğunluktaki bu haneye tecavüz konulu gerilim filmi, paralel aksiyon geçişleri (cross-cutting), üçe bölünmüş ekran (three-way split screen) ve ustalıkla çekilmiş bir araba takip sahnesini barındırır. Bununla birlikte, sıklıkla erkek meslektaşları tarafından anlatılan bir hikâyeyi -ıssız bir evde kalan korunmasız bir kadının eve izinsiz giren biri tarafından tehdit edilmesi ve gelip onu kurtarması için kocasını telefonla araması- kadının bakış açısından çekmek gibi radikal bir tercih yapmıştır. Weber bunu yaparken ekstrem bakış açısı çekimlerinden (extreme POV shots) yararlanarak bizi doğrudan evinde bebeğiyle hapsolmuş şekilde bıçaklı adamın merdivenleri tırmanmasını dinleyen kadının yerine koyar. Bununla yetinmeyen Weber, filmdeki anne rolünü de bizzat kendisi oynuyor. Diğer yönetmenlerin tehlikede bir kadın gördüklerinde yansıttıkları acıma duygusunun aksine Weber, filmin sade ve çağrıştırdığı isminin hakkını verircesine buz gibi bir korku salıyor.
Bu filmin ardından Weber’in diğer yapıtlarını da araştırmak isteyeceğinizi garanti edebiliriz. Dönemdaşı Dorothy Davenport Reid gibi Weber’in de birçok filmi toplumsal sorunları konu alır. Kendisi 1910’ların ikinci yarısında “Discontent” (1916) gibi amacı olan, güçlü filmler yaptı. Ancak Weber’in dikkat çekici kariyerinin boyutlarını anlamak için doğrudan 1921 yapımı “The Blot”a yönelmelisiniz.
Weber’in kendi stüdyosunda yapılan, kronolojik sırayla çekilen ve aynı zamanda titiz bir stilist olan yönetmenin detaylara verdiği önemi ön plana taşıyan bu dram, doğalcılık ve sosyal adalet tutkusunu ferahlatıcı ve modern hissettiren bir şekilde harmanlıyor. Spoiler vermeden değinmek gerekirse 1920’ler sinemasının en duygusal ve duyarlı sonlarından birine sahip bu film üzerinde uzun süre düşünebilirsiniz.
Ardından ne izlemeli
Weber, sektördeki ilk işinde bir kadın patron için çalışacak kadar şanslıydı -ve o kadın da ünlü Alice Guy-Blaché idi. Kendisi 1896 kadar erken bir dönemde Paris’in Gaumont Sineması’nda kurgu filmin öncülüğünü yaptıktan sonra Atlantik Okyanusu’nu geçerek ABD’de çalışmaya başladı. En güzel filmlerinden biri olan “Falling Leaves” (1912), akıldan çıkmayan bir görüntüden yola çıkarak tasarlanan narin bir dramdır. Bu görüntü ise kız kardeşinin kış geldiğinde öleceğini duyması üzerine çıplak dallara yeşillikler bağlayan genç bir kızı tasvir eder.
Alice Guy-Blaché’nin ikisi de 1912 yapımı olan “Making an American Citizen” ve “Algie, the Miner” filmlerine veya 1916 yapımı “The Ocean Waif”ine daha derinlemesine bakmaya başladığınızda, cinsiyet kurgularına ve çoğunlukla endişe verici ya da eşitsiz olan kadın-erkek ilişkilerine oldukça önem verdiğini fark edeceksiniz.
Artık daha da belirgin feminist mesajları olan sessiz filmler keşfetmeye hazır olmalısınız… İşte tam da bu noktada Germaine Dulac’a odaklanmalısınız. İki harika empresyonist film olan “La Cigarette” (1919) ile “La Souriante Madame Beudet” (1923), evliliklerinden tatmin olmayan kadınları konu alır. Kaçırılmaması gereken bir diğer isim de Dorothy Arzner’dir. Kendisi de Dulac gibi garip bir kadın olan Arzner’in farkı, Hollywood’da çalışmasıydı. “Dance, Girl, Dance” (1940) filminde Maureen O’Hara’nın kendisine arzuyla bakan seyircileri azarladığı sahne, erkek bakışının reddedilmesinin meşhur bir örneğidir.
Eğer Dulac sayesinde sanatsal veya deneysel sinemaya ilginiz artarsa Mary Ellen Bute’nin “görsel müzik” filmi “Parabola”yı (1937) veya Marie-Louise Iribe’nin fantastik filmi “Le Roi des Aulnes”deki (1931) spektral çift pozlama (spectral double exposure) tekniklerini zevkle izleme zamanınız gelmiş demektir.
Nereden baslamalı
Mabel Normand’ın albenisine ve komedi yeteneklerine çok uzun süre karşı koyamayacak olabilirsiniz ama onun yapıtlarını en sona bıraktığınıza memnun olacaksınız. 1910’lu yıllarda Keystone Stüdyoları’nda yıldızı parlayan Normand’ın başarısını neye borçlu olduğunu anlamak hiç de zor değil. Hayat dolu ve zeki bir komedyen olmasının yanı sıra genelde dublör kullanılan tehlikeli sahnelerde de tamamen korkusuzdu -o denli ki stüdyo çalışanları ona “Keystone greyfurtunun üstündeki şeker” adını takmıştı. Aynı zamanda bir yönetmen olan Normand’ın kamera arkasındaki pek çok başarısının arasında Charlie Chaplin’in Tramp karakterini içeren ilk film olan “Mabel’s Strange Predicament”i (1914) çekmek de bulunuyor.
Normand filmleri curcunalı, güldürmeye dayalı hazinelerdir. Gerçekte onun yapıtlarını Keystone’daki veya fiziksel komedinin egemen olduğu diğer Hollywood stüdyolarındaki erkek meslektaşlarınınkinden ayıran çok fazla şey yoktur. Özellikle -Normand’ı göz alıcı drag kostümünde görebileceğiniz- “Mabel’s Blunder” (1914) gibi cevherlerde kameranın iki tarafında da çalışmasını izlerken neden onun da Chaplin, Keaton veya Lloyd’a sunulan türden şöhretli bir kariyeri olmadığını merak etmeye başlayabilirsiniz. Bu sorunun yanıtı karmaşık olmakla birlikte kısmen de olsa yönetmenin trajik denecek kadar genç, 37 yaşında ölmesine dayanıyor. Bu da Normand ve diğer kadın meslektaşlarının sinemaya öncülük eden bu erken dönemde yaptıkları filmleri izlemek, onlardan keyif almak ve onları kutlamak için bize daha da çok sebep sunuyor.
Pamela Hutchinson
Çeviri: Gizem Ünsalan
Bu makale BFI websitesinden alınmıştır.