28 Tem PEMBE OLMAYAN BİR HAYAT: PETER SELLERS
Tüm zamanların en büyük komedyenlerinden olan ve bu yıl Bir Yaz Gecesi Festivali’nde üç unutulmaz filmiyle selamlamaya hazırlandığımız Peter Sellers’ın hayatı, filmleri kadar komik ve ‘pembe’ değildi ne yazık ki.
Peter Sellers, 1925’te Portsmouth’un bir banliyösü olan Southsea’de piyanist bir baba ve oyuncu bir annenin ikinci çocukları olarak dünyaya geldi. Asıl adı Richard Henry idi ama ailesi ona hep, bebek yaşta kaybettikleri bir önceki çocuklarına koydukları Peter ismiyle seslendiler ve yaşamı boyunca da bu isimle anıldı.
Babası Protestan, annesi Yahudi olan Sellers, Katolik okulu St. Aloysius College’da okudu ve burada bir yahudi olduğunu ve inanç konusunda bir muammaya sahip olmayan birisi olduğunu keşfetti.
15 yaşında hademe olarak bir tiyatroda çalışmaya başladı. Sonunda ışık operatörlüğüne yükseldiği tiyatroda oyunculuk da yapmaya ve şarkı söylemeye başladı. Joe Daniels and His Hot Shots adlı müzik grubunda baterist oldu. II. Dünya Savaşı sırasında gönüllü asker oldu ve Kraliyet Hava Kuvvetleri’nde havacı olarak Hindistan ve Myanmar’a gitti. 1945’te savaşın sona ermesi ile geri döndüğü İngiltere’de iş peşinde koştu ve müzikhollerde stand-up gösterilerine başladı.
Kısa filmlerin ardından 1951’de ilk uzun filmi olan siyah beyaz komedi “Penny Points to Paradise”de oynadı. Aynı yıl, Spike Milligan, Harry Secombe ve Michael Bentine ile efsanevi bir ekibe dönüştükleri çığır açan BBC radyo komedisi “The Goon Show”a başladı. Monty Python’dan Bay Bean’e, çok sonraki İngiliz komedilerini derinden etkileyecek bu efsanevi programı 1960 yılına dek sürdürdü.
Asıl büyük çıkışını John Boulting’in BAFTA Ödüllü komedisi “I’m All Right Jack”te (1959) canlandırdığı dogmatik sendika adamı Fred Kite rolüyle yaptı. Üstün komedi yeteneği onu 60’larda birçok filmin başrolüne taşıdı.
1962’de, Stanley Kubrick’in Nobakov uyarlaması “Lolita”da (1962), zihinsel olarak dengesiz ve birden fazla kişiliğe sahip Clare Quilty rolüyle dramadaki becerisini de kanıtladı. Bu şaşırtıcı performans onu, Kubrick’in bir sonraki filmi “Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb”a taşıdı ve ona ilk Oscar adaylığını getirdi. Böylece Sellers, Akademi Ödülleri tarihinde aynı filmde birden fazla karakteri canlandırıp tek bir dalda aday gösterilen ilk aktör oldu.
Kariyerinde en çok kavga ettiği ve bir o kadar sıklıkla çalıştığı yönetmen Blake Edwards ile birlikte 1963’te “The Pink Panter / Pembe Panter”i çektiler ve sinema tarihinin en eğlenceli serilerinden birini başlattılar. Aslında bir yan karakter olarak tasarlanan sakar ve iyi niyetli Fransız Müfettiş Jacques Clouseau rolü öyle çok sevildi ki, seri bu karakter ve onun ismiyle anılır oldu. Tüm dünyada yankı bulan filmin ikincisi gecikmeden bir yıl sonra geldi. “A Shot in the Dark / Karanlıkta Bir Çığlık” (1964), Clouseau ve Sellers’ı başrole taşırken, film de serinin en sevilenine dönüştü.
1960’larda Beatles, James Bond filmleri ile İngiliz olan her şeyin popüler olduğu bir dünyada, komedi için gözler Sellers’a bakıyordu. 1964’te kariyerinin zirvesindeyken, aldığı uyuşturucular onu neredeyse ölümcül bir kalp krizine sürükledi. Kendine geldiğinde, “Cennet”i gördüğünü ve ona henüz ölme zamanının gelmediğini söyleyen bir melekle tanıştığını söyledi.
Bu ilk kriz geldiğinde Billy Wilder’ın “Kiss Me, Stupid” (1964) filminde çalışıyordu. Wilder daha sonra pişman olacağı bir hamleyle, projeyi durdurmak yerine Sellers’ın yerine Ray Walston’ı getirdi. Aktör kısa bir süre sonra tamamen iyileşti ve tekrar setlere döndü.
1965’te oynadığı “What’s New Pussycat” büyük başarı getirse de, Sellers ile birlikte çalışmak gittikçe zorlaşıyordu. 1968’de Bud Yorkin’in yöneteceği “Inspector Clouseau”da (1968) oynamayı reddetti ve onun yerine Alan Arkin ile devam edilmesine de çok kızdı. Yapım şirketi ile süren anlaşmazlıklar da arttı; öyle ki Evelyn Tremble rolünü canlandırdığı Bond filmi “Casino Royale” (1967) gişe rekoru kırmasına rağmen yarattığı maliyetin suçu Sellers’a yüklendi.
‘Bir daha asla çalışmam’ diyerek kavgalı bir şekilde ayrıldığı Blake Edwards ile 1968’de, ‘Pembe Panter’siz ilk ve tek filmleri olan “The Party” için yeniden bir araya geldiler. Neredeyse tamamı doğaçlama çekilen bu benzersiz komedi, Sellers’ın yeteneğinin ne kadar sınırsız olduğunu tüm dünyaya kanıtladı.
1970 yılına gelindiğinde kariyeri ciddi bir şekilde düşüşe geçen Sellers, önemsiz komedilerde oynamaya ve televizyonda daha sık görünmeye başladı. Yardımına ise Müfettiş Clouseau koştu ve yine Blake Edwards ile çektiği “The Return of the Pink Panther / Pembe Panter’in Dönüşü” (1975), “Jaws”ın hit olduğu bir yılda büyük gişe kazandırdı. 11 yıl sonra gelen bu devam filmi, hem Blake Edwards – Peter Sellers – Henry Mancini ortaklığının hem de Pembe Panter çizgi kahramanı ve Pembe Panter elmasının dönüşü oldu. Ardından, Pembe Panter filmleri içinde en fantastik olanı “The Pink Panther Strikes Again” (1976) ve “Revenge of the Pink Panther / Pembe Panter’in İntikamı” (1978) geldi.
Özellikle 1970’lerin ortalarında, fiziksel ve zihinsel sağlığı, devam eden alkol ve uyuşturucu sorunlarıyla gittikçe bozuldu. Setteki davranışları daha kontrolsüz ve zorlayıcı hale gelen aktör, yönetmenler ve diğer oyuncularla sık sık çatışmaya başladı. Kalp ilaçlarını almayı bıraktığı için 1964’te geçirdiği krizden hiçbir zaman tam olarak kurtulamadı. Mart 1977’de bir başka büyük krizi zor atlattı ve kalp atışlarını düzenlemek için yerleştirilen kalp pili onda daha fazla zihinsel ve fiziksel rahatsızlık yarattı. Ancak, çalışma programını yavaşlatmayı veya ömrünü birkaç yıl uzatabilecek kalp ameliyatına girmeyi hep reddetti.
Özel hayatında da zor, otoriter ve kıskanç bir adamdı, dört kez evlendi ve bir söyleşisinde kendisi hakkında şöyle dedi: “Kendimle yaşamanın bir yolunu bulamazsam, bir başkasının benimle yaşamasını beklememeliyim.” İkinci evliliğini yaptığı oyuncu Britt Ekland, BBC Arts belgeseli “Peter Sellers: A State of Comic Ecstasy”de sorunlu evliliklerinden söz ederken, Sellers’ın son derece kontrolcü ve zihinsel olarak dengesiz olduğunu söyledi: “Açıkçası bipolardan muzdaripti ya da ciddi şekilde bipolardı. Daha fazla yardım alması gereken çok acı çeken bir ruhtu. Aksine yardım alabilmek için çok acizdi, çünkü çok değerli bir kazanımdı”
1977 yılında konuk olduğu “The Muppet Show”da, hangi kılığa gireceğine karar veremeyen Sellers’a Kermit, “Stres yapmana gerek yok, perde arkasındayız; burada kendin olabilirsin” dediğinde aktörün yanıtı “Ben asla kendim olamadım Kermit” oldu.
En büyük hayali olan projeyi 1979’da hayata geçirdi ve büyük hayranı olduğu Jerzy Kosinski romanından uyarlanan “Being There / Bir Yerde”de oynadı. Hal Ashby’nin yönettiği ve yapım süreci yedi yılı bulan film, Sellers’a ikinci Oscar adaylığını kazandırdı.
1980’de “Romance of the Pink Panther”de oynamaya hazırlanırken, bir yandan da “The Goon Show”u yeniden hayata geçirme planları yapıyordu. Ancak, 22 Temmuz günü otel odasında geçirdiği büyük bir kalp krizi sonucu hastaneye kaldırıldı ve 30 saatten fazla komada kaldı. Doktorlarından biri, Sellers’ın hastaneye yatırıldıktan sonra bilincini asla geri kazanmadığını ve bir kalp durması yaşamasa da, son iki saatinde kalp atışlarının kelimenin tam anlamıyla “kaybolduğunu” söyledi. 24 Temmuz 1980 tarihinde gece yarısından hemen sonra hastanedeki yatağında 54 yaşında öldü.
Sellers’ın ölümünden sonra Blake Edwards’ın Pembe Panter’i yeniden canlandırma girişimleri, 1980’lerde iki film ile sonuçlandı. Edwards’ın “Tek ve biricik Müfettiş Clouseau, Peter Sellers’a…” yazısıyla ona adadığı “Trail of the Pink Panther / Pembe Panter’in Peşinde” (1982), bir önceki Pembe Panter filminde kullanılmamış sahnelerle tamamlandı. Edwards’ın Sellers’sız ‘Pembe Panter’ oldurmaya çalışmaları, “Curse of the Pink Panther / Pembe Panter’in Laneti” (1983) ve “Son of the Pink Panther” (1993) gibi hüsran filmlerle devam etti.
1996 yılında Park Lane Films şirketinin kapısının önündeki çöp konteynırında, Peter Sellers’ın başrolde olduğu “Dearth of a Salesman” ve “Insomnia is Good For You” adlı iki kayıp kısa film bulundu. 1957 yapımı 30’ar dakikalık bu kısa komedi filmler ilk kez 2013’te Southend Film Festivali’nde gösterildi.
Tartışmalı hayatı “The Unknown Peter Sellers” (2000), “Blake Edwards and Peter Sellers” (2001), “There Used to Be a Me” (2021) ve “The Ghost of Peter Sellers / Peter Sellers’ın Hayaleti” (2018) gibi belgesel filmlere konu oldu. “Peter Sellers’ın Hayaleti”, 1974’te gösterime girip ağır eleştiriler almış korsan filmi “Ghost in the Noonday Sun”ın çekim sürecinde yaşananları anlatıyordu. Yıllar sonra filmin yönetmeni Peter Medakın ellerinde belgesele dönüşen bu ‘macera’, Sellers’ın önce yapımcıları kovduğu, ardından arkadaşı da olan Peter Medak’a sırtını dönerek filmi nasıl sabote etmeye çalıştığı anlatılıyordu.
2004’te de televizyon için çekilen “The Life and Death of Peter Sellers / Peter Sellers’ın Yaşamı ve Ölümü” adlı filmde aktörü Geoffrey Rush canlandırdı. Altın Küre ve Emmy ödüllerini toplayan film, Roger Lewis’in Sellers ailesi üyeleriyle yaptığı söyleşilerden oluşan aynı adlı kitaptan uyarlandı.
Premiere dergisinin “Tüm Zamanların En İyi 100 Film Karakteri” listesinde, “Being There”deki rolüyle 49. sırada, Clouseau rolü ile 67. sırada ve Dr. Strangelove rolüyle de 75. sırada yer aldı. Empire dergisinin 1997’de düzenlediği “Tüm Zamanların En İyi 100 Film Yıldızı” listesinde de 84. sıradaydı.
Her ne kadar o ‘var olmadığı’na inansa da hafızalarımıza sayısız karakter bırakmış efsanevi aktörü bu yıl Bir Yaz Gecesi Festivali’nde üç filmiyle selamlıyoruz. Müziklerini Henry Mancini’nin bestelediği ve yönetmenliğini Blake Edwards’ın yaptığı “The Pink Panther / Pembe Panter” (1963), “A Shot in the Dark / Karanlıkta Bir Çığlık” (1964) ve “The Party / Tatlı Budala” (1968), restore edilmiş kopyalarıyla Türkiye’de ilk kez seyirciyle buluşacak.