KURUMLARIN İÇİNDE VEYA DIŞINDA

World Climate Change Conference’da ya da bir tür oyun simülasyonunda yer aldığınızda her şeyin ötesinde ne kadar az şeyi değiştirebileceğinizi, direnmenin nasıl imkânsız olduğunu ve ne kadar çabuk bir şekilde resmi politikaların sonuçlarını sadece kopyaladığınızı fark etmiyor musunuz?

Emin değilim. Ağırlıklı olarak kurumlara karşı değil de onların içinde çalıştığımız elbette doğru. Tiyatronun yörüngesinde dönmek yerine başka türlü sahip olamayacağımız ya da mümkün olmayacak deneyimler yaratmak ve düşüncelere sahip olmak için onun imkânlarını kullandığımızda bile bu durum geçerliliğini koruyor. Daima tiyatronun dışındaki şeyler hakkında alternatif görüşler üzerinde çalışıyoruz. Yine de bunlar tiyatronun dışındaki politik sistemden ziyade tiyatro sisteminin içerisindeki alternatifler ve genel algılar oluyorlar.

Alternatiflerin olmadığına yönelik inanç şu andaki statükoyu oluşturur. Alternatiflerin ve hayal gücünün mümkün olup olmadığını araştırmak daha ilginç, belki de daha önemli değil mi? Brian Eno yakınlarda bir slogan yarattı; ‘Yemek yapmaya başla – tarif arkasından gelecektir’. Bu sloganı biz aşırıp Impulse Theatre Festival 2016 için ana motifimiz olarak kullandık.

Elbette. Ama iyi bir örneğiniz var mı?

Rolleri değiştirelim ve politikadan bir örnek kullanalım: Antanas Mockus, 1990’ların ortasında o zamanlar dünyanın en tehlikeli şehirlerinden birisi olarak gösterilen Kolombiya Bogota’nın belediye başkanıydı. Halkın sosyal sorumluluk duygusunu arttırmak istedi ve oyun, sembolik eylemler ve sahnelenmiş olaylara dayalı bir tür kentsel öz eğitim olan ‘kent kültürü” kavramını ortaya attı. Sürekli şunu söylüyordu: “Ne zaman bir açmaza girsem, bir sanatçı ne yaparsa onu yaparım’. Ona göre bu gündelik olayları bağlamlarından koparıp kavranabilir hale getirmek anlamı taşıyordu.

 Aynı zamanda bir içsel özgürlük duygusu ve olayları karmaşıklığı içerisinde belirli bir mesafeden görme ve böylece değiştirebilme yetisi yarattı. Silahları oyuncaklarla değiştirdi çünkü çocukların bu durumda anne babaları üzerinde yeterince baskı yapacaklarına inanıyordu. Bir yandan bir belediye başkanı olarak kendisine atfedilen gücüyle dalga geçmek, diğer yandan bir demokraside herkesin yönetici olabileceğini ve gücün paylaşılması gerektiğini göstermek için bir ‘Süper Vatandaş’ kostümü giyerek halkın önüne çıktı. Şiddete karşı olduğunu gösterecek ve aslında hayatını tehlikeye atacak şekilde kurşungeçirmez yeleğine kalp şeklinde bir delik açtı. Şehrin en dışlanmış, harap semtlerinde güvene dayalı bir sistemle ödünç kitap alabileceğiniz kütüphaneler kurdu. Şiddet ve cinayet konusuna dikkat çekebilmek için açık mezarlarda performanslar organize etti. Yolsuz trafik polislerini görevden aldı ve yerlerine dört yüz pantomim (taklit) sanatçısı yerleştirdi çünkü Kolombiyalıların para cezasından daha çok gülünç duruma düşmekten korktuklarına inanıyordu.

Şaşırtıcı olansa gerçekten oldukça başarılı olmasıydı. Üç yıl içerisinde su kullanımı %40, trafik kazaları %50, cinayetler %70 oranında azaldı. Yaklaşık 60.000 vatandaş gönüllü olarak %10 daha fazla vergi verdi. Mim sanatçıları, kesik kalpler ve açık mezar performansları; estetik söylem standartlarımıza göre tüm bunları iyi sanatsal örnekler olarak değerlendirmemiz gerekir. Ama sanat hangi sıklıkla bu denli doğrudan etki yapar?

                                                                                                                                   

Berlin Bienalinde kendisini, politikacı olduğu dönemi anlatırken dinledim ve çok etkilendim.

Uzun vadeli yapılar ve altyapılar oluşturmak konusunda çok iyi değildi. Ama başardığı şey politik hayal gücü potansiyelini ortaya çıkartmak ve göstermekti; yani insanların bir şeyleri değiştirmenin gerçekten mümkün olduğuna inandırmaktı. Böylelikle ilk olarak kentsel bir sosyal bilinç yarattı. Daha sonra halefi gerekli altyapıları yarattı. Belki de Syriza için asıl problem de her ikisini de aynı anda yapmaları gerekmesiydi. ‘Düşünce tarzlarını değiştirebilirsek fark yaratabiliriz’ denilebilir. Ancak eş zamanlı olarak altyapı dönüşümlerini de gerçekleştirmelisiniz. Burada bir çelişki var. Öte yandan sembolik eylemlere de ihtiyacınız var…

Birkaç yıl önce Şansölye Merkel ve bir grup politikacı Alman Federal Anayasa Mahkemesinin kuruluş yıldönümü vesilesiyle 100 Prozent Karlsruhe (Yüzde yüz Karlsruhe)’yi izlediler. Yakın zaman önce hükümet bizimle irtibata geçti ve bize Almanya Şansölyesi ve İngiltere Başbakanının Avrupa gençliği ile karşılaşmasını nasıl yapılandıracağımızı sordular. Çok enteresan bir soruydu: İngiltere Başbakanı ve Alman Şansölyesi Avrupa gençliği ile nasıl ‘karşılaşabilirdi’? Buna ‘Avrupa gençliğini’ bizim tanımlamamıza izin verilecek mi? şeklinde bir soru ile cevap verdik. Buna izin verilmedi; seçme süreci nispeten seçkinci olacak gibi gözüküyordu. Üstelik her şeyde son sözü daima politikacıların söyleyeceği aşikârdı ve biz bunu baştan kabul etme pozisyonunda olacaktık. İş yürümedi. Öyleyse farklı ne yapabiliriz? Eğer Mockus gibi sanatsal simgeleri siyasete taşıyacak olsam bunu anlarım. Ama o bir politikacı. Eğer siyasi sorunları sanata taşıyacak olsam bunu da anlarım. Ama aslında sanatla yapacağınız şeyin somut politika alanında hâlâ bir uygulaması olan bir laboratuvar olacağı özgür alanlar yaratmanın belirli şeyleri açık seçik söylemekten daha önemsiz olduğu gerçeğinden söz ediyoruz.

… Evet, Onlara ‘Sayın Şansölye ve Sayın Başbakan, eğer bu konuda ciddiyseniz, bizim vizyonumuz bu!’ demiş olsaydınız ne olurdu?

Bunu söyledik. Yapamadılar. Onlara taviz vermek istemedik. Ortaklarımıza karşı sorumlu davranmayı tercih ediyoruz, bu sebepten dolayı sınırlarımız var.

Ama temel olarak zaten tiyatro daima bu olmuştur: Dionisos Tiyatrosu da toplumun nasıl işleyebileceği ya da işlemesi gerektiğine dair bir fikirdi. Özgürleştirici duruşu ve öz yansıtma düşüncesi ile burjuva tiyatrosu da böyle bir fikirdir. Bu noktada tiyatronun gerçekten de kamusal bir alan olabileceği çağdaş form nedir sorusu ortaya çıkıyor.

‘Normal vatandaşların’ Bundestag’da eş zamanlı olarak bir tartışmayı canlandırdıkları Deutchland 2 (Almanya 2)’den12 bu yana yaptığınız işlerde politik olan dâhil farklı temsil biçimleri yinelenerek yüzeye çıkıyor. İstatistiki temsil fikriyle 100 Prozent (Yüzde yüz), sonrasında World Climate Change Conference… Bu noktada yeni temsil biçimlerinin sadece gösterilmesinden ve belki anlaşılmasından uzaklaşıp oyuna dayalı bir şekilde test edilmesine, geliştirilmesine ve savunulmasına doğru yönelmenin bir sonraki mantıklı adım olup olmadığı sorusu ortaya çıkıyor. Şu anda Avrupa’da büyük ölçüde eksik olan şey bu ve sizin tiyatronuz da buna çok özel bir biçimde katkıda bulunabilir.

Doğru, bunlar önemli sorular. Home Visit Europe’da Avrupa’yı nasıl oynayabiliriz sorusunu takip ederek bir dizi şey denedik. Oyun simülasyonlarıyla ve Avrokratlar (AB bürokratları), lobiciler, AB parlamenterleri, stajyerler ve benzeri kimlikler kullanarak rol yapma oyunlarıyla denemeler yaptık. Kendimizi politik mekanizmalara o denli kaptırdık ki sonunda hali hazırda zamanının ötesinde şeklinde tanımlanmış olan şu anki durumumuza “yıldırım geçişi’ yaptık. On beş katılımcı (izleyici) bir başka izleyicinin evinde otururlar ve her şeyden önce onlara kendi haklarında konuşma ve artan bir istekle amacı o anda fırında pişmekte olan ve ağızlarının suyunu akıtan turtadan kimin en büyük parçayı alacağını belirlemek olan bir oyuna dâhil olma fırsatı veren bir sorular kataloğu aracılığıyla oyunu oynarlar. Aynı anda işbirliği ve rekabet söz konusudur. Oyun bir laboratuvarın daha taktiksel ve kapalı olan masaüstü bir modeli haline geldi. İnsanlar oyundan Avrupa hakkında farklı düşüncelerle mi ayrıldılar? Bence evet.

SANAT ALEMİNDE KALMAK

Bir yandan yapıtlarınızda sanat tarihçisi Claire Bishop’ın Artificial Hells – Yapay Cehennemler (Bishop 2012) kitabında tanımladığı gibi ‘sosyal dönüşüme’ yakınlık var, öte yandan özellikle de bu söyleşi sırasında niçin sanat aleminde kaldığınızı ve kalmak istediğinizi vurguladınız.

Bir defasında bir sanatçı, açıkça politik duruş sergileyen sanat eserleriyle ilgili küratörlüğünü yaptığı bir programına katılıp katılmamız gerektiğini görmek için bize danışmıştı. Birkaç videomuzu izledikten sonra belirli bir noktaya kadar gelip orada durduğumuzdan bahisle gerçeklerden kaçtığımızı söylemişti. Bunun üzerine ben de ‘Hayır, gerçeklerden kaçan sizsiniz çünkü tüm sanat eserlerinin politik etkililiklerine göre değerlendirilmeleri durumunda daha iyi olacağına inanıyorsunuz’ dedim. Bir küratöre sanatın pratik etkililiğini (Handlungsfahigkeit) savunmak zorunda kalmak garip bir değişiklikti. Bunun sebebi ise özellikle ‘sanatın’ söylemlerimizde genellikle kullanmadığımız bir kategori olmasıydı. Çok ileri gitmek gibi mi olacak bilmiyorum, ancak yedinci Berlin Bienali’nde, Zentrum für politische Schönheit’in (Politik Güzellik Merkezi) silah imalatçısı Krauss-Maffei-Wegmann şirketinin ortak mal sahiplerine karşı gerçekleştirdikleri, şirketin satışları üzerinde etkisi olmayıp sadece şirketin bazı kısımlarının sahibi olan aile üyeleri aleyhinde suçlayıcı materyaller getirenlere ödül vereceklerini ilan ettikleri eylem bana bu konu üzerinde çalışmak isteği hissetmeme yönelik bir nebze de olsa gerekçe sağladı13. Bu ‘ifşa’ projesi tam olarak gerçeklerden kaçma değildi. Ama insanlara boş mermi kovanları göndermenin yanlış bir yöntem olduğunu düşünüyordum. Onlardan birisini (görünüşe göre Tageszeitung isimli solcu bir günlük gazeteye maddi destek veren bir sanatçı) çağırdık, geldi ve onunla beş saat konuştuk. The Zentrum’dan hiç kimse onu göremedi, çünkü öylesine agresif bir yaklaşımları vardı ki panele katılmayı reddetti. Daha baştan onu anlama niyetinde olmadıkları izlenimi edindiğini söyledi.

Neden herhangi birisi onu anlasın ki?

Bu benim için daha ilginç. Konu ikna olmak değil sadece dinlemekti. İnanın, çoğu zaman öyle beklenmedik şeyler duyuyorsunuz ki. Dürüst olmak gerekirse o materyalle oyunlarda neler olabileceğini bilmek istiyorum. Her yanda tartışmalar olmasından memnunum ama asla bir projeyi, tartışmaya nasıl katkı sağlayacağını belirlediğimiz stratejik bir gündeme sahip olarak başlatmıyoruz.

 Strateji daha az ilgimi çekiyor; bence sosyal yapıların, prosedürlerin ve örgütlenme biçimlerinin sanatsal olarak tiyatroda prova edilip edilemeyeceği daha acil bir soru. Örneğin Hollandalı sanatçı Jonas Staal, New World Summit’de (Yeni Dünya Zirvesi) (2012) terörist olarak nitelendirildikleri için demokrasiden dışlanan insanlarla alternatif bir parlamento yaratır14. Orası bir taraftan Birleşmiş Milletleri bir biçimde taklit eden gerçek bir parlamento, diğer taraftansa ‘sadece’ teatral bir alandır. Yapıtlarınızın bu kadar merkezinde yer alan eski mevcudiyet ve temsil oyunu, etkinliğin bir parçası olduğunuz ancak aynı zamanda neler olduğunu dışarıdan analitik olarak görebileceğiniz alanlar yaratmanıza yardımcı olabilir.

 Kesinlikle. Bazen Situation Rooms’un yarısında oyundan çıkan insanlardan e-mailler alıyoruz, bir tanesinde şöyle yazıyordu: ‘Beni uzaktan kumandalı bir izleyici yaptınız, sonra bir silah satıcısı olmam gerekiyordu, bu noktada oyundan çıktım’.

Sizin cevabınız ne oldu?

Onu raydan çıkardığımız için üzgün olduğumuzu söyledik ama zaten tam olarak niyetimiz de o maskenin (Marx bunu ‘karakter maskesi’ olarak adlandırır) altındaki kişinin pozisyonunu almasıydı. Bu sahnede bir kişiyi karikatür olarak temsil etmekten farklı bir şeydir. Yönetilmeyi kabul etmek her şeyden önce bir kez olsun farklı düşünmek için bir şanstır. İdealizm ve siyasi hareketlerden uygulamalı politika durumlarına geçiş duygusu edinmek için de yararlı olabilir. Yunanistan ve diğer AB ülkeleri arasındaki müzakereler sırasında Parlamentonun tam önünde kalıcı bir oyun simülasyonu için mükemmel bir zaman olduğunu düşünmüştüm. Altı saatim olsa Avrupa grubunda yirmi yedi pozisyona karşı durmanın ne anlama geldiği üzerinden oynayabilirdim. Tabiri caizse bana ne satmak istediklerini yansıtmak için parlamento dışı teatral bir muhalefet oluşturabilir miydim? Neticede politik mekanizma sıklıkla gölge tartışmalar arkasına gizlenir ve çoğunlukla da tam bir yalanlar gösterisidir.

Bir şeyin sanat olup olmadığı sorunuyla gerçekte ilgilenmemenin dışında…

Apaçık! …

Sanırım tiyatro tam olarak buna imkân veriyor: Kavramların hem gerçek hem de gerçek olmadığı bir yer. Ya da doğru olduğu veya olmadığı. Konunun tam ortasında olsam da konuyu dışarıdan izleyebileceğim bir yer. Mesele işte bu paradoks: doğru veya doğru değil, aynı anda hem uzaktayım hem de içine dalmış durumdayım. Bir yandan atıfta bulunduğunuz analizi mümkün kılıyor ama aynı zamanda yalnızca kurgusal olmamakla birlikte gerçekte uygulanmak zorunda olmayan diğer adımları da denemenize imkân sağlıyor.

Silahlar üzerine en aykırı perspektiflerin sadece eşzamanlı olarak ortaya koyulmadığı bunun yanı sıra nasıl yasaklanabilecekleri üzerine en aykırı fikirlerin ifade edildiği bir oyunun nasıl ilerleyeceğini izlemek gerçekten ilginç olurdu.

Bir düşünce havuzu (think-tank) gibi değil de bir oyun havuzu (play tank) gibi.

Tamamen katılıyorum. Sizin tanımızda, paradoksun ifade edilmesinden özellikle memnunum. Bir projede bu gerçekleştiğinde olduğunda istediğimizi elde ettiğimizi anlarım. O noktadan itibaren sorgulama, dinleme, araştırma, prova etme, başkalarının katılmasına izin verdiğiniz süreç sıra dışı bir nitelik kazanır. Paradoksu çözmeyi denemediğim sürece yaptığımız işin, benim ve diğer Riminilerin hep birlikte ortaya koyacağımız fikirlerin toplamından daha zekice olduğunu ve başkaları için sanata özgü olanlar dışındaki sorularla ilgili bir kaynak haline geldiğini farz ediyorum.

NOTLAR

  1. Ralf Remshardt tarafından tercüme edilmiştir.
  2. Galası 2013’de Bochum Ruhrtriennale’de yapılan Situation Rooms değişik kıtalardan yaşamları silahlar tarafından şekillenmiş yirmi kişiyi bir araya getiren, video destekli çok oyunculu bir oyundur.
  3. On üç video, izleyicileri eş zamanlı olarak Galler Ulusal Tiyatrosu, Heart Song Choir 2011 üyelerinin anlatımlarına uyarak keşfettikleri kesişen güzergâhlar boyunca yönlendirir.
  4. 100 Prozent Berlin. Eine statistische Kettenreaktion (Yüzde Yüz Berlin. İstatistiki Bir Zincirleme Tepki): 2007 Ekim’inde Hebbel Tiyatrosunun 100. kuruluş yıldönümü için yapılan bu jübile gösterisi için bir Berlin sakini tanıdık çevresinden bir katılımcıyı teklif eder, yeni katılımcı bir başkasını teklif eder ve bu şekilde deseni tamamlayacak yüz kişi bulununcaya kadar devam eder. Bu katılımcı seçimine ilişkin zincirleme tepkide yaş, cinsiyet, uyruk, ikametgâh ve medeni durumla ilgili Berlin şehrinin ortalama istatistik değerlerine bağlı kalınmalıdır. Böylece 2008 Şubat’ında sahnede Berlin nüfusunun istatistik ortalamasını temsil eden yüz kişi görülebiliyordu. Gösteri daha sonra dünyanın birçok şehrine uyarlanmıştır.
  5. Eine dokumentarische Inszenierung (Wallenstein. Belgesel Bir Prodüksiyon, 2005): Demir perdenin iki yanındaki karşıt ideolojik bloklara ait olmuş Mannheim ve Weimar şehirlerinin sakinleri sahnede dururlar. Yaşam öyküleri onları Schiller’in karakterleriyle ilişkilendirir. Schiller’in dramatik üçlemesi bu kuvvet, sadakat ve itaate ilişkin politik güç oyununda yükseliş ve düşüş ile hızlı politik çöküş evrelerine ilişkin bu ‘uzmanların’ diyalogları ve anlatımlarını organize etmek için şablon işlevi görmüştür.
  6. 2002 Hanover Theaterformen Festivalinde bir gözetleme performansı. Dürbünler ve kulaklıklar verilen izleyiciler bir binanın onuncu katında pencerelerin arkasına yerleştirilirler. Dört görevli tarafından aşağıdaki meydanda olanlar kaydedilir ve yönlendirilir; film müziği ve anlatımla birlikte canlı yayınlanır.
  7. Deutsches Schauspielhaus Hamburg ve Münchener Kammerspiele’de on beş model performansın ilk gösterimi Birleşmiş Milletler iklim değişikliği konferansı COP 20 Lima ile eşzamanlı olarak yapıldı ve COP 21 Paris (2015) ile sonlandırıldı.
  8. Her performansın sonuçlarının harita kaydı ve günlük tutma sonuçları sürekli olarak bu sayfada güncellenmektedir: homevisiteurope.org
  9. Yunanistan’ın en önemli genç yönetmenlerinden birisi olan Anestis Azas, Haziran 2015’deki Farmakonisi davası ilgili bir oyun sahneye koydu. Her ne kadar kazaya Yunan sınır muhafızlarının neden olduğu iddia edilmişse de genç bir Suriyeli mülteci 2014’de bir mülteci botunun batması sonucu on bir kişinin ölümü nedeniyle 145 yıl hapis cezasına mahkûm edildi. Oyuncular davayı sahnede yeniden canlandırdılar, tanıkları ve hayatta kalanları dinlediler.
  1. Christoph Schlingensief’in 1998 Almanya federal seçimleri için tam zamanında CHANCE 2000 tanıtım adıyla kendi partisini kurma kararı sanatçının sanat ve hayatı bir araya getirmek için en yüksek profilli girişimine ön ayak oldu. CHANCE 2000, hiçbir şey vadetmeden politik araçlar kültürünü ifşa ederken örneğin bağımsız adaylara minimum bürokratik işlemlerle Alman parlamentosuna nasıl aday olunabileceğini açıklamak için bir partinin seçim kampanyasının kurallarını irdeledi.
  2. Zentrum für Politische Schönheit (ZPS) saldırgan politik performans sanatı formlarıyla ‘genişletilmiş tiyatro yaklaşımı’ içerisinde faaliyet gösteren bir gruptur. (Daha fazla bilgi için: http://www.politicalbeauty.com)
  3. Deutschland 2 (Almanya 2, 2002) on beş saatlik parlamento tartışmasının “korsan kopyasıdır’. Berlin’deki orijinal tartışma Bonn’daki 237 vatandaşa konuşmacılara kulaklıklar üzerinden telefon aracılığıyla canlı yayınlandı. Halkın temsilcilerinin temsilcileri Berlin tartışmasını kelimesi kelimesine Bonn’da tekrar etmiştir.
  4. Politik Güzellik Merkezi 2012 yılında silah ticareti (Suudi Arabistan’a Leopar II tankları satışı gibi) nedeniyle demir parmaklıklar ardına göndermek için Alman mühimmat şirketi Krauss-Maffei-Wegmann’ın sahiplerinin başına 25.000 Euro ödül koymuştur.
  5. Jonas Staal’ın New World Summit (Yeni Dünya Zirvesi), devletsiz devletler, özerk gruplar ve kara listeye alınmış politik örgütler için parlamentolar geliştiren sanatsal ve politik bir organizasyondur. New Word Summit’in ilk performansı yedinci Berlin Bienali sırasında Mayıs 2012’de Sophiensale’de yapılmıştır.

REFERANS KAYNAKLAR

Claire Bishop. 2012. Artificial Hells. Participatory Art and the Politics of Spectatorship (Yapay Cehennemler. Katılımcı Sanat ve İzleyicilik Politikaları). New York: Verso

Chantal Mouffe. 2013. Agonistics: Thinking the World Politically (Rekabetçi Yarışma: Dünyayı Politik Olarak Düşünmek).New York: Verso.