17 Eki Efsane müziklerin ajanı James Bond 60 yaşında, Kundura Sinema’da
İlayda Güler – Bantmag*
James Bond filmlerinin formülize edilmiş bir açılışı olduğu malumunuz. Her film, orijinal tema müziğiyle birlikte akan kredilerle başlıyor. Bond şarkıları, hem izleyicinin az sonra karşılaşacağı aksiyonun tonunu belirlemesi hem de mevcut filmin geçtiği zamanın ruhuna hitap etmesi bakımından serinin gizli sosu aslında. Her yeni filmde merakla beklendiği, bir popüler kültür geleneğine dönüştüğü için bu sorumluluğu üstlenen müzisyenlerin yolculuklarında da önemli bir eşik atlamayı ifade ediyor. “60 yaşında: Bond, James Bond” seçkisinde yer alan filmleri, müzikleriyle birlikte masaya yatırdık.
Bond serüveninin ilk perdesi
8 Ekim’de izleyebileceğiniz; Terence Young yönetmenliğinde çekilen, Sean Connery başrollü ilk film Dr. No’da James Bond, kayıp bir İngiliz ajanının peşinden Jamaika’ya doğru yola koyuluyor. John Barry & Orchestra tarafından icra edilen imza tema müziği ise bol tekrarlı kompozisyonu, değişken gerilimi ve bünyede bıraktığı kozmik etkiyle hızlıca filmin içine çekiyor. Bu müziği kimileri, Peter Gunn’ın Henry Mancini bestesi olan tema parçasına getirdiği yorumla yıldızlaşan gitarist Duane Eddy ve Debussy’nin buluşması olarak yorumluyor.
Takvimler 9 Ekim’i gösterdiğinde Beykoz Kundura perdesinde, Türkiye’de çekilen ilk Bond filmi olan, 1963 tarihli From Russia with Love’ı (Rusya’dan Sevgilerle) izleyebileceksiniz. Kapalıçarşı, Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya gibi duraklara uğrayarak 60’lar İstanbul’unda bir gezintiye çıkaran yapımın efsaneleşen müziği ise Matt Monro’nun kadife sesinden yankılanan, filmle aynı adı taşıyan “From Russia with Love”. Bir Bond filmi için üretilmiş ilk pop şarkısı olmasının yanı sıra ajanın bol aksiyonlu dünyasından bir miktar uzaklaştırıp romantik sulara yelken açtırıyor.
15 Ekim programındaki Goldfinger’da (Altınparmak) başrol yine Sean Connery’nin. Yönetmen koltuğunda Guy Hamilton’ın oturduğu bu 1964 yapımında Bond, bir nükleer felaketi önlemek için bir mücevher kaçakçısı ve Midas dokunuşuna sahip bir başkasıyla uğraşıyor. Filmin altın rengi açılış jeneriğinde duyduğumuz, Grammy adaylığına uzanmış “Goldfinger” şarkısı ise Shirley Bassey’nin güçlü sesi ve küt vokal yorumuna eşlik eden incelikli orkestrasyonuyla pırıl pırıl parlıyor.
Ertesi yıl vizyona giren Thunderball’da da (Yıldırım Harekâtı) SPECTRE örgütü tarafından kaçırılan bir bombardıman uçağından ele geçirilenlerin ABD ve İngiltere’de iki şehri yok etme tehdidine karşı mücadele ediyor Bond. Filmin; mavi, mor, kırmızı, yeşil sulara daldıran büyüleyici açılışına, John Barry’nin temasına yapılan dokunuşlara eklenmiş nefis Tom Jones vokalleriyle genişleyen “Thunderball” parçası eşlik ediyor. Baş döndürücü bir deneyim.
1967’ye tarihlenen, serinin beşinci filmi You Only Live Twice’ın (İnsan İki Kere Yaşar) senaryosu, Charlie and the Chocolate Factory’nin yazarı Roald Dahl’a ait. 23 Ekim’de izlenebilecek filmde Bond’un yolu Japon Gizli Servisi ile birlikte çalışmak üzere Tokyo’ya düşüyor. Patlayan volkanlar, akan lavlarla kavuran açılış jeneriğinde ise intro melodisiyle klasikleşen, John Barry ve Leslie Bricusse bestesini dinliyoruz. Rüyalar âlemine çağıran “You Only Live Twice”, Nancy Sinatra’nın dingin vokaliyle kasları gevşetiyor.
Bond seçkisi takviminde 29 Ekim’e yerleşen On Her Majesty’s Secret Service (Kraliçenin Hizmetinde), serinin tarihinde bir kırılma noktası çünkü 1969 yapımı filmin başrolünde Sean Connery yerine daha önce aktörlük deneyimi yaşamamış, Avustralyalı bir manken olan George Lazenby’yi görüyoruz. James Bond, Telly Salavas’ın performansıyla canlanan ezeli düşmanı Blofeld’in insanlığı yok edebilecek virüslerine karşı mücadele ediyor bu kez. “Ne eksik, ne fazla, sadece aşk” diyen sözleri ve Louis Armstrong’un çıtırtılı vokaliyle bünyede acı tatlı hisler bırakan “We Have All the Time in the World” şarkısı, hem gerçek aşkın bir kutlaması hem de yaklaşan bir sonun ayak sesleri.
Sean Connery’nin 007 James Bond olarak son kez geri döndüğü Diamonds Are Forever’da (Ölümsüz Elmaslar), adıyla müsemma bir elmas hırsızlığının ardındaki gizem çözülüyor. Bu işin de altından çıkan Blofeld’e bir intikam borcu olan Bond’a Goldfinger’ın ardından bir kez daha Shirley Bassey’nin tesiri yüksek vokali eşlik ediyor. 1971’e tarihlenen “Diamonds Are Forever”, Bond külliyatının en seksi şarkısı olarak anılıyor. Besteci John Barry’nin bir elmasın sekiz köşesini temsil eden sekiz notalı bir melodik döngü tasarladığına yönelik efsaneler de var. 3 Aralık’ta Beykoz Kundura’da izlenebilir.
Bambaşka bir Bond
Yeni bir Bond’la tanışma zamanı: Roger Moore. 1973 yapımı Live and Let Die’dan (Yaşamak İçin Öldür) itibaren uzun süre boyunca James Bond suretinde izleyeceğimiz aktör ilk macerasında, bir cinayeti aydınlatma girişimi esnasında kendini büyük bir uyuşturucu operasyonunun merkezinde bularak New York’un Harlem’ından Karayiplere doğru uzanıyor. 4 Aralık’ta MGM Stüdyoları’nca restore edilmiş kopyasını görebileceğiniz filmin alevlerle dolu açılış jeneriğinde kulaklara Paul McCartney’in, The Beatles’ın dağılmasının ardından eşi Linda ile birlikte kurduğu Wings grubundan, Oscar ve Grammy adaylığı almış “Live and Let Die” çalınıyor.
Serinin önceki müziklerinden anlaşılacağı gibi pek de rock düşkünü olmayan yapımcı Harry Saltzman, bu güç birliğini McCartney adının getirdiği ticari potansiyele dayanarak kabul etse de dinleyince sevmiş. Şarkının, ilk yayınından neredeyse 20 yıl sonra Guns N’ Roses yorumuyla ikinci baharını yaşadığını da hatırlatalım.
10 Aralık programında 1974 yapımı The Man with the Golden Gun (Altın Tabancalı Adam) bulunuyor. Bond tarihinin en etkileyici kötülerinden biri olan, Saruman’ımız Christopher Lee’nin performansıyla hayat bulan suikastçı Scaramanga’nın, İngiliz Gizli Servisi’ne üzerinde 007 yazılı altın bir mermi göndererek verdiği mesajla başlayan öykü, James Bond’un Hong Kong – Tayland hattındaki yolculuğuyla devam ediyor. Eşlikçi şarkısı “The Man with The Golden Gun”ın John Barry ve Don Black tarafından son teslim tarihine yetişmek için aceleyle yazıldığının, gülünç sözlerinden anlaşıldığı söylense de Lulu’nun tansiyonu değişken, eğlenceli yorumuyla dansa kaldırıyor.
1977 tarihli The Spy Who Loved Me (Beni Seven Casus), 11 Aralık’ta Beykoz Kundura perdesinde olacak. Bond’un bu seferki amacı, bir nükleer savaşı engellemek. Serinin ikonik kötülerinden Jaws ile tanıştığımız filmde James Bond, KGB ajanı Anya Amasova ile birlikte çalınan bir Rus denizaltısını bulmaya çalışıyor. Pek çoğunda olduğu gibi yine bir rüya atmosferi yaratan açılış jeneriğinde namlular üzerindeki dansa, Carly Simon’ın davetkar yorumuyla dinlediğimiz “Nobody Does It Better” eşlik ediyor.
60 yaşında: Bond, James Bond” seçkisinin son, serinin de 11. filmi olan Moonraker (Ay Harekâtı), 17 Aralık’ta izlenebilecek. Moonraker’da Bond’un görevi, Dünya’nın sonunu getirip uzayda üstün bir ırk için yeni bir yaşam inşa etme planları kuran, tahmin edilebileceği üzere Nazi kökenli bir milyardere dur demek. Filmin imza şarkısı ise “Goldfinger” ve “Diamonds Are Forever”ın ardından seriye üçüncü ve son Shirley Bassey dokunuşu olan “Moonraker”. Günler ilerledikçe daha az olası görünen bir aşkın hayali hakkındaki parçayı, bu kez uzayın farklı katmanlarında süzülen silüetler eşliğinde dinliyoruz açılış jeneriğinde.
11 filmlik tur tamamlandıktan sonra 24 Aralık’ta serinin ilki Dr. No, 25 Aralık’ta ise İstanbul’u mesken tutan ilk Bond yapımı From Russia with Love bir kez daha Beykoz Kundura’da olacak.
*Bu yazı Bantmag’da yayınlanmıştır.