KUNDURA SİNEMA VE ALTYAZI SOHBETLERİ – YÖNETMEN PAYAL KAPADIA İLE FIRAT YÜCEL RÖPORTAJI

Kundura Sinema’nın “Rüyanın Öte Yakası” programında iki filminiz gösteriliyor. Öğleden Sonra Bulutlar (Afternoon Clouds, 2017) 35mm film kullanılarak çekilmiş. Renklere ve mizansene dayanan etkileyici bir geniş ekran sinematografisi var. Ve Yaz Ne Söyler ki… (And What Is Summer Saying, 2018) ise çoğunlukla siyah beyaz ve Öğleden Sonra Bulutlar’dan farklı olarak 4:3 (1.33:1) çerçeve oranını kullanıyor. Bu seçimleri nasıl yaptığınızı anlatır mısınız? Bu formatlar izleme deneyimini nasıl etkiliyor sizce?  

İki filmin formatı da, 1.85:1 veya sinemaskopa kıyasla daha dikey formatlar. Öğleden Sonra Bulutlar’da klasik Avrupa formatını kullandım, yani 1.66:1 oranını. Her ne kadar gene dikdörtgen olsa da bu format gene dikey görüntü hissini koruyor. Benim genel tercihim kurmaca işler için 1.66:1, kurmaca olmayan işler için ise 1.33:1.

Bence 1.66:1 görüntüye daha az müdahale eden bir format ve sinematik forma daha az dikkat çekiyor. İzleyiciyi sinemanın hünerlerini ön plana çıkarmaya gerek kalmadan anlatının içine çekebiliyor. Öbür yandan 1.33:1 ise kendisine dikkat çeken, daha ivedi bir format. Kurmaca olmayan işler çok daha forma dayalı oluyor; bu format izleyici ile kendisi arasında bir mesafe koyuyor ve iki taraf arasında bir tartışma doğması için gerekli alanı yaratıyor.

Elbette bunların hiçbiri tartışmasız kurallar değiller. Sanıyorum bir yönetmen belli formatların çekimine kapılabiliyor, tıpkı bir ressamın tuvalini seçmesi gibi belki de… Ve bu fikirler sinema formatlarının normlarıyla beraber zaman içerisinde değişebiliyorlar. Örneğin 1.33:1 uzun yıllar standart televizyon formatı olarak kullanıldı. Belki de o zamanlar farklı bir etkisi vardı.

Filmlerinizde ses kullanımı da oldukça ön planda. Öğleden Sonra Bulutlar’da ‘dış dünya’ neredeyse tamamen pencerelerden içeri sızan sesler vasıtasıyla hayat buluyor. Ve Yaz Ne Söyler ki… ise Bhimashankar’ın Kondwal Köyü’nde yaşayan insanların öyküleri, anıları ve hayallerinin kayıtları ile şekilleniyor. Bir söyleşinizde “sinemada zaman ses ile ölçülür” diyorsunuz. Bu fikirle ilintili olarak, Öğleden Sonra Bulutlar ve Ve Yaz Ne Söyler ki… filmlerinde ses kullanımını nasıl ele almalı?

Ne zaman sessiz bir film izlesem, o filmin zamansallığını deneyimleyemediğimi hissediyorum. Evet insanların film içindeki devinimlerini görüyoruz, ancak zaman hissi keyfî kalıyor. Bence bir yönetmen izleyicisinin zamanı deneyimlemesini istiyorsa, ses temel bir gereksinim. Bunu resim sanatında da görebiliyoruz. Örneğin Batı resim geleneğinde ressamlar karanlık ve aydınlık ile çalışmışlar. Resimde “ışık” illüzyonu yaratan aydınlık alanlar seyircinin gözlerini nereye çevireceğini ve ne uzunlukta orada kalacağını belirlemiş. Bu fikir beni büyülemişti. Bence sinemada da ses, resimde aydınlık ve karanlık arasındaki bu oyunun aynısını yaratıyor.

Fakat sesin fiziksel bir deneyim yaratan bir özelliği de var. İmaj bir illüzyondur, sizden uzakta bir noktada ortaya çıkagelir. Ancak ses dalgaları yayılır ve size çarpar, vücudunuza girer. Bu bir histir, sizi imajla birebir etkileşime sokar. Bu nedenle sesi çok daha duyusal bir deneyim olarak görüyor ve onu illüstratif bir yaklaşımdan ziyade çağrışımcı bir şekilde kullanmayı seviyorum.

Ve Yaz Ne Söyler ki… filminizde insanların konuştuğu görüntülere yer vermiyorsunuz. Ses kayıt sürecini merak ediyor insan. Ses kayıtlarını alırken kamera da kullanmış mıydınız?

Bu film aslında planlanmamış bir hatayla ortaya çıktı! İlk başta sadece arıcı Bay Patil ile ilgili bir film yapmayı planlıyordum. Araştırma sürecinde onunla olan pek çok söyleşiyi ve onun faaliyetlerini kaydetmiştim. Ancak ormanlarda, etrafta dolaşmak için çok sıcak olan günlerde evde oturup onun ailesindeki kadınlarla zaman geçiriyordum. Elbette yemek yaparken harika sohbetler ortaya çıkıyordu. Onlardan izin alarak bu sohbetleri kaydettim; uzun, saatlere yayılan pek çok kayıt oluştu. Bir kamera onların bu gizli kapaklı seslerini yakalamayı beceremezdi. Bir ses kayıt cihazı çok daha az müdahaleci. Kısa süre sonra filmin aslında planladığım yerde değil, bambaşka bir yerde oluştuğunu fark ettim. Aslında nihayetinde ses beni filme yönlendirdi diyebilirim sanırım!

Öğleden Sonra Bulutlar’da Arpita Sing’in tablolarını görüyoruz, Ve Yaz Ne Söyler ki… ise imajların üzerine yerleştirilmiş illüstrasyonlara yer veriyor. Her iki anlatım biçimi de filmlerin rüyamsı hallerine, sevgi ve kayıp temalarına büyük katkı sağlıyor. Bize bu figür ve resimlerin kültürel çağrışımlarından bahsedebilir misiniz?

Aslında kültürelden ziyade kişisel bir anlam söz konusu. Bazen bir film üzerinde çalışırken o filme dair çizimler, illüstrasyonlar yapıyorum. Daha erken dönem filmlerimden birinde, Musondan Önceki Son Mango’da (Last Mango Before the Monsoon, 2014) bu çizimlerimden birini filme hiçbir açıklama vermeden koymaya karar verdim. Benim için bu bir üst ses ile eşdeğer. Bu belki de kelimelerle ifade edilemeyecek bir düşünceyi, bir iç hassasiyeti ortaya koyuyor.

İki filmde de aynı yapımcı (Mayank Khurana), aynı sesçi (Shreyank Nanjappa) ve aynı kurgucu (Ghanshyam Shimpi) ile çalıştınız. Onlar da Hindistan Film ve Televizyon Enstitüsü öğrencileri mi? Ekibinizden ve onlarla birlikte çalışma pratiğinizden bahsedebilir misiniz?

Evet hepimiz aynı enstitüde öğrenciyiz. Bu insanların her biri filmin bütünsel bir parçası. Daha da önemlisi, birlikte yaptığımız projeler sayesinde, beraber büyüdük ve yavaş yavaş yaratmak istediğimiz dili fark etmeye başladık. Sanırım film okulunda olmanın kesinlikle böyle bir ayrıcalığı var.

Film seçkilerinin kürasyonu kurgu yapmaya benziyor, özellikle üç film söz konusu olduğunda… Pawel Wieszczecinski’nin “Rüyanın Öte Yakası” için seçtiği üçüncü film olan Bir Yolculuktan Notlar’ı (Notes from a Journey, 2019) izlediniz mi?

Evet, katılıyorum. Bazen filmlerimi beraber göstermemem gerektiğini düşünüyorum, çünkü iç içe giriyorlar! Üçüncü filmi henüz izlemedim ama kesinlikle izleyeceğim.

“Rüyanın Öte Yakası” seçkisinin yanı sıra Kundura Sinema’da Mark Cousins’in Women Make Film: A New Road Movie Through Cinema’sı da gösteriliyor. Hindistan film endüstrisindeki güncel durumu toplumsal cinsiyet ve eşitlik açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizden yakın gelecekte bir uzun metraj film bekleyebilir miyiz? Eğer öyle bir plan varsa, bu projeyi finanse etmek için nasıl stratejiler izleyeceksiniz?

Her ne kadar Hindistan’da birkaç kadın yönetmen olsa da gidilecek çok yol var. Anaakım sinema endüstrisinde bu rakamlar daha da seyrek ancak yavaş yavaş artıyor. Bağımsız sinema ve belgesel çevrelerinde ise kadın filmcilerin sayısı kayda değer. Ancak esas diğer departmanlarda daha geniş bir kadın temsiliyetini görmeye ihtiyacımız var, özellikle sinematografi ve ses departmanlarında. Bunlar dikkat etmemiz gereken kriterler. Bir diğer önemli kıstas da film endüstrisine erişimi olan kadınlar arasında kast ve sınıf temsiliyeti. Çünkü sayılar çok düşük ve endişe verici.

Şu an iki uzun metraj film projem var, biri kurmaca, diğeri ise kurmaca ile belgesel arasında gezinen melez bir proje. Bu filmlere Hindistan içinde maddi kaynak bulmak neredeyse imkânsız. Batı ülkelerinden kaynak bulmak ümidiyle, bir Fransız yapımcıyla beraber çalışıyorum. Yol çok uzun ve gerçekten sabır gerektiriyor, ancak bu benim göze aldığım bir durum.

PAYAL KAPADIA Hakkında

1986’da Hindistan’ın Mumbai kentinde doğdu. Hindistan Film ve Televizyon Enstitüsü’nde (FTII) film yönetmenliği okudu. “Cassandra’s Gift” (2012) ve “Watermelon, Fish and Half Ghost” (2013) adlı kısa filmlerinin ardından çektiği “The Last Mango Before Monsoon”, Oberhausen Film Festivali’nde FIPRESCI Ödülü ile Jüri Özel Ödülü’nü kazandı. 2017’de Cannes Film Festivali’nin yeni nesil sinemacıları destekleyen Cinéfondation bölümüne seçilen deneysel kısa belgeseli “And What the Summer Saying”, dünya prömiyerini 2018’de Berlin Film Festivali’nde yaptı ve IDFA- Amsterdam Belgesel Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü, Mumbai Film Festivali’nde de En İyi Deneysel Film Ödülü’nü aldı. Kapadia hâlen, Berlinale’nin Yeni Yetenekler Programı’na seçilerek geliştirdiği ilk uzun metrajlı film projesi “All We Imagine as Light” üzerine çalışmakta olan yönetmen, filmlerinde kolayca görülemeyen, hafıza ve hayallerin kıvrımlarında bir yerlerde saklı olanlarla ilgilenir. Küçük, geçici ve kadınsı jestlerin arasında gerçeği bulmaya çalışır.

Payal Kapadia’nın Kinoscope’un “Rüyanın Öte Yakası” seçkisinde gösterilen filmleri  ‘Öğleden Sonra Bulutlar’ ve ‘Ve Yaz Ne Söyler Ki’ 19 Temmuz 2021’e kadar Kundurama’da!

Yönetmen, filmin Türkiye gösterimine özel Kundura Sinema’ya konuştu ve Altyazı Sinema Dergisi yazarı Fırat Yücel’in sorularını yanıtladı.