SİNEMANIN İLK SALGINI: BULAŞICI TİKTEN GÜLME KRİZİNE

Erken sinema döneminde bulaşıcı salgın felaketinden daha eğlenceli görsel espri YOKTU. The Yawner (1907) filminde bir adamın istemsiz esnemesi karşı konulamaz bir şekilde kahyasına, bir bölük askere, bir kafede gündüz içkicilerine, bir polis memuruna ve esneme dürtüsüyle kan dolaşımı durmasından cansız bir kadın portresine geçer. Esneme, gülme, hapşırma, hıçkırık, kaşınma, öksürme, havlama, iç çekme ve göz kırpma gibi alışılagelmiş tikler çok fazla sinirli kişinin birbilerine çok yakın oldukları ortamlarda vahşi bir yangın gibi yayılır. Laughing Gas (1907) filminde dişçisinin bir diş çekimi sırasında ona nitröz oksit (gülme gazı) vermesinden sonra neşeli siyahi bir kadının isterik kahkahaları çevresindeki beyaz işçilere, siyahi gospel şarkıcılarına ve birkaç polis memuruna yayılır. The Epidemic (1914) filminde tango dans çılgınlığı eğlenmeye hazır insanları ele geçirirken  That Fatal Sneeze (1907) ölümcül sonuçları olan istemsiz patlamaların tehlikelerini ele alır (Bir adam hapşırıktan ölür). Bir hapşırıktan bir gülme krizine ve tango dans tutkusuna herhangi bir benzer bedensel araz bir salgın filmi için kolay bir trüktü.

Bu filmlerin hepsinin komedi olmasını rahatsız edici bulmamız gerekir mi? Bireylerin hassasiyetlerinin, kırılganlıklarının ezip geçici kitlelerin spastik iradesine boyun eğmesinin neresi komik? Zombi filmleri ve diğer korkutucu bedensel filmler kaygılı korku ve yapış yapış bir huzursuzluk uyandırır, biraz plansız aşırıya kaçma korku ile komedi arasındaki dengeyi bozabilir. İsterik bedensel bulaşıcılık söz konusu olduğunda kaygı ile eğlence arasındaki çizgi nedir?

Kahkahalarla gülme sıklıkla şüpheci isterik terimlerle tanımlanır. Hüsnü tabir (euphemism ya da örtmece) 19. Yüzyıl sonlarında isterik gülme kavramının anlamının sinirsel çöküntüden sarsıcı keyfe kaymasıyla yerleşti. Daha önce “isterik gülme” bedeninizde hiç de yaşamak istemediğiniz bir şeydi. Bu 1787 Cotton Mill Outbreak (Pamuk Dokuma Fabrikası Salgını)  ve   1962 Tanganyika Laughter Epidemic (Tanganika Kahkaha Salgını) de olduğu gibi psikiyatrik hastanelerdeki acı dolu yalvarışlardan kitlesel psikojenik hastalık vakalarına kadar yaşandı. İsteri, ne tamamen gerçek ne de sadece hayali olarak, kaygı ve bulaşıcılık arasındaki gri bölgede dolaşır. Bu da kuşkusuz komedi için uygun bir zemin hazırlar.

İsteri semptomolojisi için temel önemde olduğu kadar taklitçilik komik pantomimin temel taşıdır.  İsteri Yunanca bir kelime olan uterus – rahimden (hystera) gelir ve doktorlar hareketsizlik ya da atalet halinde bir kadının rahminin vücutta dolaşmaya başlayabileceğine inanıyorlardı. Evlenmemiş ya da dul kadınlardaki bu tehlikeli hastalığın geçtiği bölgelerdeki organic prosesleri taklit ederek vücuda zarar verdiği düşünülüyordu. Örneğin eğer Rahim boğazdan geçiyorsa boğulma duygusu  (“globus hystericus”) yaratabilir. Eğer ayağa inmişse felce ya da Kara Vebayı gölgede bırakan 1518 Dancing Plague (Dans Salgını) ya da 1374 Dancing Mania (Dans Çılgınlığı) da olduğu gibi bulaşıcı şekilde yayılarak dans çılgınlığına neden olabilir. Tesadüfen tango ve polka dansları bulaşıcı bedensel komedi filmlerinde en çok kullanılanlarıydı (bu konuda  Kristina Köhler’in geniş araştırmasına bakınız). Komik ya da trajik anlamda isteri kavramı uzun bir süre taklitçilik ve organik sıkıntı arasında yoğun bir kafa karışıklığına yol açmıştır. Hasta gerçekten acı çekiyor mu yoksa sadece bir taklitçi mi?  Salgın hastalıkların kitlesel yayılımında isterinin ayırıcı özelliği ve dahası baş şüphelisi taklittir.

Erken Dönem Komedi Filmlerinde Duygusal Bulaşı

20. yüzyılın başlarında hızlı ritimli kapitalist kentlere kitlesel insan göçü ve çalışan nüfusun hızlı birikimi salgın temalı komedilerin görsel patlaması için zemin hazırladı. Uzaktan izlendiğinde absürt bedensel bulaşı gösterisinde eşsiz biçimde tedavi edici bir yan vardır. Cayenne Pepper in a Street Cab(1903) filmi tıka basa dolu bir tramvayda elleri kolları sebze paketleri dolu bir kadının tesadüfen Arnavut biberi paketini yere düşürdüğünde oluşan sinirli hapşırık krizini hicveder. Selig Polyscope Company sonucun “tasavvur etmenin betimlemekten daha kolay olduğu yolcular arası hapşırık salgını” olduğunu belirtir.

Ama duygusal telkin de komplo teorileri ve yabancı düşmanlığı davranışları için besleyici bir zemin hazırlar. Gustave Le Bon, 1895 kalabalık psikolojisi çalışmasında   fikirlerin, duyarlıkların ve duyguların bulaşmasını “mikroplarla” karşılaştırmıştır. İçgüdüsel duygular seçkin uzmanlık yerine eğitimsiz tutkuların dizginlerinin boşaldığı modern kalabalıkların potasında ivme kazanmaktadır.  Erken dönem filmleri sürü psikolojisinin tehlikelerini saf bedensel terimlerle anlatır. A Contagious Nervousness (1908) bir karı kocanın ağız kavgasından doğan ve hızlıca önce işçilere ve sonunda çiftlik avlusundaki hayvanlara yayılan öfke patlamasını hicveder. Diğer salgın konulu komediler neşeli bir şekilde bulaşıyı sebeple karıştırır. An All-Wool Garment (1908) filmi iç çamaşırı ve etkisini işler: kaşındıran yeni giysileriyle başı belada olan bir adamın kaşınmaları sonucu iş arkadaşları,  tramvay yolcuları ve film izleyicileri bile kaşınma dürtüsüne dayanamazlar. Kaşınma ve bulaşı arasındaki karmaşa zirveye ulaşır ve kriz adamın yeni pamuk fanila satın almasıyla çözülür. Kaşındıran giysiler giymemiş olan kaşınan bedenler kitlesine hiç takılmayın. Onların kendilerini rahatlatma dürtüsü tehlikeli duygusal bulaşıyı eğlenceli salgın terimleriyle tasavvur etme arzusundan kaynaklanan yan etkidir.

Sinir hastalığı (Neurasthenia) ve isteri sıklıkla açıklanamayan bir rahatsızlık için cankurtaran simidi olarak görülür yani tam olarak teşhis koyamıyorsanız isteri deyip çıkarsınız. Muhtemel belirtileri uyurgezerlik, duyu kaybı ve sanrılardan, siyasi heyecan, roman okuma, “mastürbasyon ve sigaraya” kadar değişebilir. Kökeninde gizemli, anlam olarak aşırı farklı tanımlı (sapkın arzudan aleni meydan okumaya) ve bulaşıda öngörülemez ve şekilsiz isteri morfolojisi hastalığı çekici ve korkutucu kılmıştır. Epidemik isteri hakkındaki endemik belirsizlik erken dönem bedensel komedi film yapımcılarında yok olmamış ve toksik ahlaksızlıkla ilgili yaygın kaygılara rağmen filmlerin popülaritesini sürdürmüşlerdir.

Sinirsel bulaşının zararsız olduğu nasıl kanıtlanır? Komikliğe bakın!  Sinema salonu sahipleri salon ışıklarının yakılmasını tavsiye ediyorlardı ve böylece izleyicilerin yanlarında oturanların kıvranan, kasılan bedenlerini görebileceklerini, “kahkahalarını kendilerine saklamayacaklarını” belirtiyorlardı. Benzer şekilde The Film Index dergisine göre Contagious Nervous Twitching (1908) filminde bir adamın sinirsel bozukluğu “görünürdeki herkesi” etkiliyor. İstemsiz tiki aşağı yukarı  A Very Fine Lady (1908) filmindeki bir kadının çekici fiziğiyle aynı etkiyi yapıyor ve kadının varlığı adamların şehvetli bakışlarına ve yaptıkları işin durmasına yol açıyor. Tersine sinirsel tikli adam bedensel bulaşı yoluyla felakete yol açıyor. Bir odacının dizi dönüyor ve merdivenlerden yuvarlanıyor; bir merdivenin tepesindeki inşaat işçisi spastik kasılmalara kapılıyor ve kontrolör mimarı harç ile sıvıyor; bir düğün partisi isterik bir sefahat âlemine dönüşüyor ve bunun gibi.  The Yawner filminde duygusal telkin cansız varlıkları dahi canlandırıyor ve beton bir heykeli sinir hastası bir canlı tabloya dönüştürüyor.  Virüsler canlı bedenlerimizde mi yaşıyor yoksa yaşadığımız ortamda mı? Bedensel veya çevresel adamın sinirsel tiki çevresindeki herkesin filmin sonunda adamın sinir hastalıkları uzmanının muayenehanesine gitmesine neden oluyor.

“Bulaşı Filmleri” Arşivleri: Öldürücü Virüs mü Finansal Yem mi?

Bir bedensel komedi filminin kahkaha etkilerini bir salgının etkileriyle karşılaştırmaktan daha büyük bir satış unsuru yoktu. İzleyiciler kontrol edilemez seyirci kahkahası vaadeden eğlenceli bulaşı esprilerini izlemeye koşuyorlardı. Örneğin The Nickelodeon’a göre Contagious Nervous Twitching, filminin tersi yönde bir yeniden yapım olan, A Flirty Affliction (1910) filminde genç bir kadının yüz kasılmaları cinsel flört olarak algılanıyor ve seyircide sarsıcı bir salgın yaratma garanti ediliyordu.  The Moving Picture World dergisi “asık suratlı bir ailenin” onları mutluluk saçan bir aileye dönüştüren bir Billiken satın almalarını anlatan The Vitagraph komedisi  Grin and Win (1909)  filminin seyircinin katılarak gülmesine neden olacağını vadediyordu. “Filmin ruhu bulaşıcı ve seyirci bunu daha öğrenmeden herkes kahkahalarla gülüyor”. Benzer biçimde evlilik salgını hakkında bir bedensel komedi olan  Matrimonial Epidemic (1911) filminde “aşk virüsü uygun ortam buluyor ve kahkahanın boyutları giderek artıyor”. Önemli bir son örnek de The San Francisco Dramatic Review  dergisi Seven Days (1910) filmini “çılgın bir eğlence, kahkaha, keyif ve neşeli karmaşa salgını” olarak tanımlıyor. Duygusal bulaşı, açgözlü film reklamcıları için karlı bir reklam yemi vadediyordu ve pandemi temalı görsel espriler jokerleriydi.

Genişleyen kapitalist endüstrinin açık bir dalaveresi olsa da abartılı mecazlar somut ölümcül hastalık salgınlarıyla baş aşağı düşüşe geçtiler. 1918 İspanyol gribi salgınından bile önce tekrarlayan hastalık dalgaları film yapımcıları ve sinema salonlarının yaşamını tehdit ediyordu. Çocuk felci salgını 1912’den 1918 grip salgınının çok sonralarına kadar endüstrinin canına okudu.16 yaş altı çocukların sinemaya gitmeleri yasaklandı.  Variety  dergisi 1912’de “Çocuk felci salgını şov sektörüne büyük zarar verdi çünkü polis 15 yaş altı çocukların yerel sinemalara gitmelerini önleyen bir emir yayınladı” yazıyordu. ” Tüm ABD’de kısmi kapatmalar, yaş bazlı yasaklar ve diğer güvenlik önlemleri uygulandı. The Moving Picture Weekly  dergisi 1917’de çocuk felcini “sinema salonlarının karşılaştığı gelmiş geçmiş en ciddi tehditlerden birisi” olarak tanımlıyor ve genç seyirci kaybının yarattığı günlük gişe gelirlerindeki sert düşüşten yakınıyordu. 1918 yazında yine çocuk felci – grip değil- New York’tan Iowa’ya ve California’ya tüm ülkede sinema salonlarının yaklaşık bir aydan fazla kapalı kalmalarına neden oldu.

Belki de çocuk felcinin yavaş yayılmasının sebep olduğu kısmi karantina uygulamaları sinema salonu sahiplerinin grip salgını karşısında biraz düşüncesiz kalmalarına neden oldu. The Springfield News-Record  dergisi 1918 Aralığında “Sağ Duyu ve Grip” adlı skandal bir özel sayı yayınlayarak “sabır erdem olmaktan çıktı” yazacak ve zorunlu kapatmaları “gülünç” olarak tanımlayacaktı. Korkutucu belirtiler bulaşmaları açısından değil öngörülemez zamanlamaları açısından tartışılıyordu. Kaygılı bir çalışan “Bir sinema müdürü bir müşterinin gözlerine bakarak öksürüğü olduğunu nasıl bilecek?” diye yakınıyor ve “Biletli bir seyircinin sinema salonunda hapşırıp hapşırmayacağını nereden bilecek?” diye soruyordu. Cayenne Pepper in a Street Cab filminden anımsayacağımız gibi hapşırma dürtüsü kaygılı bir telkinden yenebilir baharatlara kadar çok değişik nesnelerden harekete geçebilir.

20. yüzyılın başlarında tifüs, sarıhumma, kolera, grip, çocuk felci, kızamık ve kızamıkçık gibi hastalıklar kamu sağlığına ve tramvaydan Pazar yerine ve sinema salonlarına herhangi bir kamusal alanda kapabilecek bireyler için ölümcül tehditler oluşturdular. 1905’de izleyicilerin havalandırmasız salonlara balık istifi doldurulduğu dükkân cepheli, kötü görünümlü “nickelodeon” sinema salonlarının yükselişi sağlığa uygunluk konusunda kamu sağlığı kaygılarına sebep oldu. Kızıl salgını 1906’da Chicago’da, 1907’de New York’ta, 1910!da Ohio’da, 1910’da Omaha’da birçok sinema salonunu kapattı ancak bir sinema salonu sahipleri ittifakı sinema salonlarının açık kalması için bölge yöneticilerine karşı bir davayı kazandılar. Şimdi olduğu gibi ekonomik gereksinimler kamu sağlığı önlemleriyle çatışıyordu.

Bilet satışı ve enfeksiyon kapan izleyiciler arasındaki çözümsüz gerilimler sinema basınının da söylemini etkiledi ve film endüstrisinin maruz kaldığı finansal tehditleri önlemek amacıyla ölümcül salgınları önemsizleştirmek için ateşli bir propaganda yapmaya başladılar. Sinema endüstrisi salgın terminolojisini aktif biçimde bir silaha dönüştürerek bulaşı terimini özellikle eğlenceye, kahkahaya, mutluluğa ve eğlenceye teşvik olarak kullandı. Örneğin müşterileri sinema salonlarından uzaklaştıran 1911 tifo salgını sırasında önde gelen bir film dağıtım şirketi şu ilanı yaygın biçimde yayınlıyordu: GÖSTERİLDİĞİ HER YERDE COŞKU SALGINI YARATIYOR”.

Variety  dergisi 1918’de karantinalar ve ülke çapında kapamalar arasında “Mutluluk, gripten binlerce kez daha fazla dünyadaki en bulaşıcı şeydir” diye yazıyordu. Variety   hiç şüphesiz aykırı bir örnekti. Bulaşıcı mutluluk duygusal kapitalizm ile keyif kaçıran sağlık düzenlemelerinin karşı karşıya geldiği birinin kazancının diğerinin kaybı olduğu bir oyunda tehlikeli hastalıklarla mücadele ediyordu. Photoplay  dergisi başköşeyi bir okur mektubunun şu sözlerine ayırmıştı: “Umarım sağlık yetkilileri sinema salonlarında kamu sağlığını koruma çabası içinde eğlence bulaşıcıdır bağlamında bizim Charlie Chaplin’e gülmemizi yasaklamazlar.”. Max Horkheimer ve T. W. Adorno’nun bize çok yerinde anımsattıkları gibi “Eğlence tıbbi bir banyodur. Eğlence endüstrisi bu ilacı reçetenize mutlaka yazar.” Ama Frankfurt Ekolü bir Marksist bulaşıcı grip ve yararlı kahkaha arasında yapılan bu aldatıcı karşılaştırmaya kaş çatacaktır.

Beyaz perde dışında bir 1910 sahne komedisi olan Seven Days “tam bir karantina komedisi. Karantinalar salgınlarla ortaya çıkarlar ve Seven Days çılgın bir eğlence, kahkaha, keyif ve neşeli karmaşa salgını” övgüsü alıyordu. Benzer şekilde 1917’de Harold Lloyd’un Yalnız Luke (Lonesome Luke)  karakteri “bir kahkaha salgını” yarattı ve   Motion Picture News  dergisi  The Kaiser: The Beast of Berlin (1918) filminin “bulaşıcı bir ruh haline” sebep olduğunu yazıyordu. “‘Tüm bir Alman ordusu bu yığınlarla baş edemezdi” diyordu bir gözlemci”. Yurtseverlik ve yabancı düşmanlığı bağlamında Le Bon’a (Bir Fransız sosyal psikolog) atıfta bulunmak için telkine açık ruhsal kompleks mikropları eğlence sektörünün dünya savaşından kamu sağlığı afetlerine kadar kesintiye uğrama tehditlerine verdiği hızlı cevaptır.

Kadınların kahkahaları ve gülümseyişleri özellikle çok iyi pazarlanabilir öğelerdi; örneğin Helen Duval’in “içten, bulaşıcı ve dayanılmaz” kahkahası eğer olmasa aksak kalacak bir rutin varyeteyi güçlendiriyordu ve bu varyete daha sonra Variety  dergisi tarafından  “chop suey.”le (etli bir fasulye yemeği) karşılaştırılacaktı. Kadın gırtlağından kasılan bedenlere; Motion Picture News dergisi Mirandy Smiles (1918) filmindeki Vivian Martin’in gülümseyişlerini “grip kadar bulaşıcı” diye niteliyordu. Vivian’ın değer yargılarıyla komediyi birleştiren “duygu etkileyici özellikleri” “kasvetli savaş filmlerinden” neşeli bir kaçış vadeden filme büyük katkı yapmıştı.

1903-19019 yılları arasından toparladığım bu alıntı kolajında film endüstrisi söylemi aşağıdaki fenomenleri “salgın” olarak tanımlıyordu:

Sansür, beyaz köle filmleri, hareketli sahne prodüksiyonları, işçi sendikalaşması, reformist boykotlar, gece yarısı revüleri, kabadayılık, ucube mevzuat hükümleri, Charlie Chaplin komedileri, silahlı şiddet betimlemeleri, ThedaBaraizm (bir sessiz sinema aktrisi), çığır açıcı teknoloji patentleri, pahalı arabalar alan film yıldızları, ölümcül kalp hastalığını dramatize eden filmler, “yıldızların kendi kurduğu şirketlerin” yaygınlaşması,  kötü fotoromanlar, giriş ücretlerindeki artış, uzun metrajlı filmlerin yükselişi, can sıkıcı eyalet film hakları, sağlıksız filmler ve elbette ki filmin kendisi (örneğin sinema tutkusu).

Tifodan kızıla çocuk felcinden gribe bu yıllarda sinemaya gidenleri etkileyen ölümcül salgınların her yerde var olmasına karşın mutluluk virüsü bir salgın virüsünün daima üstesinden gelir.  Ya da 1919’da takma adlı bir Shadowland  yazarının belirttiği gibi; “Hastalıklar kadar kahkaha, iyi huy ve neşe gibi her şey bulaşıcı olduğu için sevgili seyirci müsaade edin sizin itaatkâr hizmetçiniz olarak kalayım. O.B. Joyful.”

COVID-19 Döneminde Salgın Etkisi ve Bedensel Bulaşı 

“Gülün dünya da sizinle gülecektir; Ağlayın yalnız ağlayacaksınız” karantina sırasında hariç. Sosyalliğimizin günümüzde ekranlar üzerinden bu denli medyalaştığı bir ortamda görüntülerimizden ne bekliyoruz? Salgınların tekrarlanmasına ve bölgesel yetkililere bağlı olarak Zoom toplantılarının, sanal sinemanın ve online avantaj saatlerinin (happy hours) egemenliği öngörülebilir bir gelecekte sarsılacaktır. Kopyanın kendisinin bir virüs kaynağı haline geldiği The Ring veya Bird Box ya da Videodrome  gibi bir Medusa korku filminde olduğu gibi eğer COVİD-19 ekran üzerinden bulaşsaydı belki de bizi kıyametimsi Zoom sefaletinden kurtarabilirdi. Öte yandan Last Week Tonight ve Saturday Night Live  gibi şimdilik Saturday Night LiveL at Home) olarak adlandırılan programlarda olduğu gibi buzluktan çıkarılmış hazır monologlara boş stüdyoda proforma seyirci eğlenme sesleri eklenmiş canlı çekim komedileri izlemekten daha yalnız hiçbir şey yoktur. Meşhur Marksist eleştiriye atfen kendi kendimize gülmek için çok yabancılaşmış veya yorgunluktan tükenmiş halde olduğumuzda konserve kahkaha efekti bile bizim yerimize gülmeyecektir artık.

Gülmek, marazi kaygılı ruh halini (zeitgeist) savurup atmak için travmatik duygusal bir aciliyet kazanırken bu kahkaha krizi COVID-19 döneminde sadece kovadaki bir damladır. Julian Hanich, The Audience Effect  (İzleyici Etkisi)) kitabında “”İzleyiciler diğerlerinin gülmelerinden etkilenir- ve enfekte olurlar” diyor. Ancak Fiziki yakınlık suretiyle gülmenin kolektif bulaşıcılık ana özelliği sosyal mesafe süresince ortadan kalkar. Şimdi evde karantinadaki izleyiciler için gerçek iyileştirici değer kazanan komedi yerine belki de korku ya da gerilim türüdür. Örneğin Steven Soderbergh’in harika filmi  Contagion (2011), Warner Bros’un Mart 2020 katalogundaki en popüler filmler listesinde 270’incilikten ikinci sıraya yükseldi. Ebola konulu film Outbreak (1995), Güney Kore bilim kurgu dram filmi Flu (2013), ve kuş gribi konulu TV dizisi Pandemic (2007) ile birlikte Contagion  kaygılı izleyicilere hem dramatik gerilim boşalması ve hem de eğer tasavvur edebilirsek en azından felaket seviyesinde gerçekleşmeyeceği yolunda spekülatif rahatlatma sunuyor ( Contagion filminin sonunda yaklaşık 70 milyon insan ölüyor).

Ancak filmin bedensel bulaşı gösterisi seyircilerin tedirgin olmuş ve tecrit edilmiş sinirlerini güçlü bir biçimde yatıştırıyor.  Sarah Keller‘ın Anxious Cinephilia (Kaygılı Sinema Tutkunluğu) kitabında  “Sinemanın değişken yapısı doğal olarak sinemayla değişken ilişkilere yol açıyor” der. Filmler ikircikli çatışmaları içgüdüsel olarak bizimkilerle çakışınca üst düzeyde tedavi edicilerdir. İster bulaşı ister belki de endişeli kimlik olarak adlandırın kesinlikle bir salgın değildir. Sara Ahmed, “Sosyal duygu   […] paylaşılan duygudur” ve bu sebepten bulaşıcıdır yazar. Etkiyi bu denli tehlikeli kılan tam olarak budur. Karantinaya meydan okuyan ve devletin işyerlerini yeniden açmasını talep ederek konfederasyon bayrakları ve tüfeklerle toplanan  “ÖZGÜRLÜK” protestocuları arasında “paylaşılan duygu” eksikliği yoktu. Aksine  Lachen in der U-Bahn (2011) filminde bir Alman metrosunda tıka basa dolu bir vagondaki bir kadının eğlenceli tavırları bir salgın gibi neşeyle diğer yolcular arasında yayılır.

Bu durumda İsterik bedensel bulaşı gösterisi söz konusu olduğunda kaygı ile haz arasındaki çizgi nerededir? Şahsen ben aşırı yakınlık içerisinde yuvarlanan, tepinen bedenlerden oluşan görsel espriye, kasılarak esneyenlere, hapşıranlara, tikli kişilere, tangoculara ve eski kahkahacılara bayılırım. Bu kural tanımaz kitlelerin kaygılı korku ya da rahatlatıcı komedi olarak mı kayıtlara geçeceği kolektif siyaset sahnesine sosyal etki analitiklerinin ötesinde bir sorundur. Devrimci duygu mikrop gibi bulaşıcı olmamalı ama karnavalımsı bir genel grev gibi yaratıcı ve tahrik edici olmalıdır.

Bu makale George Floyd’un katledilmesinin ardından beyazların üstünlüğüne, polis vahşetine ve yapısal ırkçılığa karşı çıkan küresel politik ayaklanmalardan önce Mart-Nisan 2020’de yazılmıştır. Politik öfke ve dirençli kendiliğindenlik saçan son protestoları duygusal bulaşıyı kolektif dayanışmaya dönüştüren “karnavalımsı bir genel grev” olarak görüyorum.

Maggie Hennefeld

Çeviri: Murat Müftüoğlu

Yazının orijinali okumak için lütfen tıklayınız.