26 Şub Tekinsiz vadi’de ‘ben bir robot değilim’
Kundura Sahne’nin çevrim içi programının konuğu Avrupa Tiyatrosu’nun önemli sanat kolektiflerinden Rimini Protokoll’un kurucularından Stefan Kaegi. “Tekinsiz Vadi” adını verdiği projesinin konukları ise Alman yazar Thomas Melle, daha doğrusu Melle’nin kopyalanmış, üretilmiş bir android’i ve İngiliz matematikçi, bilgisayar bilimcisi Alan Turing…
“Bütün normal yaşam türleri, farkında olsa da olmasa da emir almaktan nefret eder. Eğer emri kendisinden daha az gelişmiş biri veriyorsa bu nefret katlanır. Ve fiziksel olarak da bazı açılardan zihinsel olarak da robotların hepsi insanlardan daha üstün varlıklardır… Eğer günün birinde kamu idareciliği yapabilecek bir robot üretilirse, bu işi herkesten iyi kıvırır. Robotbilim Kanunları’na göre insanlara zarar veremez, tiranlık yapamaz, rüşvet alamaz, önyargılı davranamaz, saçma sapan kararlar çıkartamaz.” Boston Üniversitesi’nde biyokimya profesörlüğü yapmış, Amerikalı yazar ve biyokimyager Isaac Asimov (1950 basımlı ve 2004’te de beyazperdeye aktarılan, İthaki Yayınları’ndan çıkan) “Ben Robot” adlı kitabında böyle özetliyor durumu.
Antroposen Çağı’ndan transhümanizme… 206 kemik fanilikte, şu deri ve bedene sıkışıp kaldığımızı düşünenlerdenim. Mesela, ‘ruh ölümsüzdür’ diyen Rene Descartes, (Bilge Kültür Sanat’tan çıkan) “Metot Üzerine Konuşma” kitabında maymuna tıpatıp benzeyen bir robot maymundan söz eder. Vaktinde, insanlığın hayalindeki robot imgesinin bir tezahürü olan, modern Prometheus dedikleri, Mary Shelley’nin 18 yaşında kaleme aldığı (Can Yayınları basımlı) “Frankenstein ya da Modern Prometheus” gibi… Dijital devrim hayatımızda şimdilik ameliyat robotları, sekreter robotları, fabrika robotları, temizlik robotları gibi sürümlerle yer almakta. Belki çok kısa bir zaman içinde de gündelik yaşamda yerini alacaklar arasında, öğretmen robot, savaşçı robot, seks robotu veya avukat robotlar olacak. Kim bilir!
Pek çok internet sitesini ziyaret ettiğimizde, güvenlik doğrulaması adı altında bizden istenilen: “Ben bir robot değilim”in ispatı oluyor, bilirsiniz. 2003’te icat edilen Captcha’dan (İnsan ve Bilgisayar Ayrımı Amaçlı Tam Otomatik Genel Turing Testi) bahsediyorum. Neticede işlemimize devam edebilmek için robot olmadığımızı ispatlamak zorunda kalıyoruz. Hatta sistem yeterli bulmazsa, sayfaya yeni sorular da yüklüyor. Demem o ki, o sorularla haşır neşir olmaya devam ederken biz; aynı anda dünyanın bir köşesinde mevzular arası trekking’te seviyeler boy veriyordu.
Mesela, Elon Musk, bilmem kaç trilyon dolarlık projesiyle NASA ile anlaşırken, bizler de ekolojik yıkım, türlerin yok oluşu, salgınlar, iklim krizi, androidler ve sayborglar gibi konular üzerine düşünmeye yeltenmek şöyle dursun, Apple’ın Siri’si ile konuşup üstüne o duyduğumuz sesle tartışmaya, inatlaşmaya devam edelim! Sahi, o sesle inatlaşmayan kaç kişi var? Tüm bunların gölgesinde bir simülasyonda yaşadığımızı söyleyenlere selam olsun diyerek; izninizle geliyorum bugünün sadedine, öznesine…
Geçenlerde mail kutuma “Kundura Sahne’de android var!” başlıklı bir haber düştü. Heyecanla bülteni okudum ve izlememi salık verdikleri performansın linkine tıkladım. Sonrasında o şevk ve iştahla da sizlerle paylaşmak istedim. Mevzumuz: Beykoz Kundura’nın dans ve performans sahnesi Kundura Sahne’nin çevrimiçi programında gösterilen, tiyatroda yapay zekâ kullanımını yeni bir eşiğe taşıyan android (insansı robotlu) performansı “Uncanny Valley / Tekinsiz Vadi”. Performansın yaratıcıları: Rimini Protokoll…
2000’lerin başında, Stefan Kaegi, Helgard Haug ve Daniel Wetzel’in önderliğinde kurulan Rimini Protokoll’un yapımcılığında ve Stefan Kaegi’nin konsept, metin ve yönetmenliğinde yaratılan oyun, ilk kez 1970’lerde Japon robotist Masahiro Mori tarafından kullanılan ve insanların androidlerle karşılaştıklarında yaşadıkları tekinsiz ve varoluşsal belirsizlik alanını tarif eden ‘Tekinsiz Vadi’ kavramından yola çıkıyor. Bu arada Mori, bu fikri geliştirirken Psikiyatr Ernst Jentsch’in 1906’da açıkladığı “Tekinsizliğin psikolojisi” ve Nörolog Sigmund Freud’un 1919’da detaylandırdığı “Tekinsiz” makalelerinden yola çıkmış.
Alman edebiyatının sıradışı yazarı Thomas Melle’den referans alınarak kopyalanmış ve üretilmiş bir android’i sahnede tek başına izlediğimiz “Tekinsiz Vadi”, yazarın edebiyat yolculuğunu ve manik depresif tecrübelerini anlatıyor. Sahnede bir diğer özne ise aynı zamanda “Tekinsiz Vadi”nin en temel referansı da olan:
İngiltere ordusunda çalışan, İkinci Dünya Savaşı’nda, Almanların haberleşme şifrelerini kıran buluşlarıyla adına ödüller verilen, bilgisayar dilinin kurucusu sayılan ve ölümü sırlarla dolu Alan Turing. Gerçekliğin algısını ve yapısal bütünlüğünü sorgulayan ve ilk sahnelendiği 2018’de tiyatro dünyasında heyecanla karşılanan oyun, ‘insan nedir’ ve ‘makine nedir’ sorularının birbirine karıştığı ‘tekinsiz alan’da rahatsız edici olduğu kadar merak uyandırıcı bir izleme deneyimi sunuyor.
Ezcümle: Bu aralar, kendinize 60 dakikalık bir güzellik yapmak ve bulunduğunuz paralel evrenden az da olsa sıyrılmak isterseniz www.beykozkundura.com sitesine giriş yapabilirsiniz. Ücretsiz dikize yatabileceğiniz bu performans için 28 Şubat’a kadar vaktiniz var. Fakat bu ‘tekinsiz vadi’ keşfinizden evvel gelin; performansın yaratıcısı, çok çeşitli iş birlikleriyle belgesel tiyatro oyunları, işitsel projeler, özel formatlar ve kentsel ortamda var olan eserler ortaya çıkaran, araştırma ve kavramsal işleyişleri takip ederek, anlatacak bir hikayesi olup da profesyonel oyuncu olmayan ‘uzmanlar’la çalışmayı tercih eden ve daha öncesinde de İstanbullu sanatseverlerle buluşan Stefan Kaegi ile gerçekleştirdiğimiz röportaja bir göz atın!
“Bu hayalet acıyı hissedeceksiniz”
“21. yüzyılın sonlarına, bizim çağımıza, bu mitik çağa geldiğimizde, hepimizin makine ile organizmanın teorik bir zeminde ifade edilen ve fabrikasyon misali uydurulmuş birer melez olduğumuzu vurgulamak gerekir; kısacası, hepimiz siborguz” diyen “Siborg Manifestosu” yazarı, ABD’li akademisyen Donna Haraway, “Başka Yer” adlı kitabının “Siborglardan Yoldaş Türlere” bölümünde şöyle devam ediyor: “Bir teknobilim öyküsü olduğu kadar bir biyoiktidar ve biyotoplumsallık öyküsüdür bu. / Siborglar… çelişkinin kalbinde hayatta kalmanın figürleri olabilirler.” Siborg, tekinsiz vadi, android, actroid veya transhüman, tüm bu adların / tanımların algınızdaki karşılığı ve anlamı nedir?
Haraway’dan alıntı yapmanız ilginç. Bildiğiniz gibi hayvanların zekâsı konusunda da çok meraklı birisidir kendisi – ben de şu anda şovumun kahramanı olarak çok zeki bir ahtapot ile çalışıyorum. Ve ona baktığımızda, bize o kadar uzaylıymış gibi geliyor ki (filozof, yazar ve gazeteci) Vilém Flusser gibi kişiler, onların bu dünyanın dışından olduklarını söylüyorlar. Diğer taraftan sayborglar bizim çok aşina olduğumuz bir kavram. Teknolojiye o kadar yakından bağlıyız, hatta bağımlıyız ki, teknolojik cihazlarımızı kaybettiğimizde canımız yanıyor. Cep telefonunuzu bir gün boyunca bir yere kilitlerseniz, bu hayalet acıyı hissedeceksinizdir.
Gelelim “Tekinsiz Vadi”ye, temasından ve yaratım sürecinden bahseder misiniz? İlham kaynağınız neydi? Stefan Kaegi, Thomas Melle ve Alan Turing buluşması nasıl oldu?
Müzelerde gördüğüm bazı insansı robotlara hayran kalmıştım, ancak onlarla karşılaşmanın gücünü, robotun bir oyuncu olarak karşınıza çıktığında karşılaşmanın çok daha etkili olabileceği tiyatroda karşılaşınca hissettim. Bir noktada Thomas’ın, “The World in My Back / Sırtımdaki Dünya” kitabı karşıma çıktı. Kitapta Melle, psikolojik rahatsızlığının güncesini paylaşıyor. Ben de bipolarlığından kaynaklanan tutarsızlıklarından kaçınmak için bir robot ile yer değiştirmeye ilgi duyacağını düşündüm, tahmin ettim.
Thomas, robot fikrinden neredeyse hemen ilham aldı… Ve benim de çok hoşuma giden bir şekilde Alan Turing hakkındaki kısmı eklemeyi teklif etti. Robotun içi Berlin’deki küçük bir animatronik atölyesi olan Chris-Creatures tarafından yaratıldı. Dış iskeletin tamamını yaptılar. Almanya’da bulunan Kammerspiele München maske atölyesinde de silikon deri ve eller üretilirken, bir yanda da 32 adet servo motoru taktılar. Aslında robotun yürümesini sağlamak tamamen farklı bir hikaye olurdu. Şansımıza bir tiyatro mekânındaki bir ders performansının amaçları doğrultusunda bu özelliğe ihtiyacımız olmadı.
“Daha az unutup daha uzun yaşamak”
Son yıllarda sıkça kullanılan bir kavram “tekinsiz vadi”. Tabii ki kültür sanat da bundan nasibini alıyor; sinemada, sergilerde, edebiyatta ve müzikte karşımıza çıkıyor. Robotist Masahiro Mori’nin 1970’lerde kullandığı bu kavramın günümüze sirayet edişini her gün dikize yatmak bir yanıyla hem eğlenceli hem de gizemli. Bugün gelinen noktada, teknolojinin dünyamızı değiştirip dönüştürdüğü aşikâr. Bu değişim ve dönüşümü siz nasıl görüyorsunuz? Mesela, “tekinsiz bir vadide” sanat yapmak nasıl olacak?
Gün geçtikçe robotlar bize daha fazla hizmet ediyor. Birileri bu tip röportajları cevaplayan bir algoritma bile yazmış olabilir ve bu durumda sizin sorularınıza benim cevap vermediğimi kanıtlamanız zor olacaktır. Bununla birlikte insanların bir nesne ile empati kurup kuramayacağını merak ettim. Bir aktör simülasyonuna uygulanmış klasik bir tiyatro sorusu. Muhtemelen hepimiz kendimizi daha verimli, daha az kırılgan yapmaya çalışıyoruz. Daha az unutup daha uzun yaşamak istiyoruz. Ve hepimiz bu yolda daha uzağa gitmek için teknolojiye ve ilaçlara güveniyoruz. Şu anda sınır nerede?
Oyunun tanıtımındaki sorular hakkında sizin düşünceleriniz nedir: Kopya orijinalin yerini aldığında bu, orijinal için ne anlama gelir? Kopya ve orijinal olan birbiriyle rekabet ediyor mu, yoksa birbirlerine yardımları mı dokunuyor?
Oyun tarafından ortaya koyulan soruları cevaplamayı tercih etmiyorum; umarım oyun, her seyirciye, bu soruları cevaplamak konusunda ilham verir. Bununla birlikte bu insan kopyasının yaratılması sürecinin hepimizin insana daha yakından ve kesin bir şekilde bakmamıza yardımcı olduğunu söyleyebilirim. Sanırım benzer bir şey insan vücudu resmi yapmaya çalıştıklarında ressamlara da olur. Orijinale çok yakından ve kesin bir şekilde bakmaya başlarlar. Kendimizi robota yansıttığımızda bu makine ile empati kurmaktan alamamamızdan dolayı benim için bu oyun empati ile ilgili. Ve bir robotla bir insan arasındaki sınırın nerede olduğu konusunda beni şüpheye düşüren birçok insan “programlarından” bir tanesi de tam olarak bizdeki bu empati mekanizması. Özgür irademiz aslında ne kadar özgür?
“Büyümeyi sorgulamak için iyi bir an”
Makineler bir sürü alanda insanların yerini almaya başladı. “Acaba tiyatroda da insanların yerini yapay zekâlar, makineler alabilir mi? Alırsa seyirciyi nasıl yönlendirebilir?” gibi sorular var. Sizce yapay zekânın yapacağı tiyatroya, tiyatro dışında farklı bir isim vermemiz gerekir mi?
Belli bir açıdan, yapay zekâ denince ilk aklıma gelen tiyatro oluyor. Çünkü nedir yapay zekâ? İnsanların neler hissedeceğini, nelere ihtiyaç duyacağını tahmin etme gayretidir. Ve bunlara yönelik direkt cevaplar hazırlamaktır. Tiyatroda hüzünlü sahneniz varsa, belli bir tür müzik koyarsınız. İnsanlarda nasıl hisler uyanacağını tahmin edersiniz. Arada güçlü bir bağ var yani… Bir sahnenin nasıl sona ereceğine yönelik tek bir seçenek vardır. Hüzünlenirsiniz ve o müzik çalar. İnsanlar bu ruh hâlini yaşar, katarsis’e ulaşır, sonunda da alkış tutarlar. Etkileşimli formlarda farklı dallar açmaya çalışırsınız. GTA (video oyun serisi) sonrası bilgisayar oyunu tasarımında olduğu gibi.
“Açık dünya” tarzı oyunların istediğiniz her yöne gitmenize izin verdiği durumlar vardı. Oyun nasıl davranabileceğinize ilişkin her türlü seçeneği sunuyor size. Yani bu âlemde çok geniş imkânlar var bence. Ama demiyorum ki her yerde bu tür klasik yapay zekâyı, yani klasik tiyatro yönetimini, programlanmış ve bilgisayarlı yapay zekâyla değiştirelim. Bir veya iki defa böyle bir deneme yapıp nelerden mahrummuşuz diye kafa yormak ilginç olabilir. Ama sonra mekânlara geri dönüp tamamen canlı işler yapalım.
Aslında son oyunumda, biraz önce de bahsettiğim bir hayvan vardı. Bir ahtapot. Ve etrafında bir kaç insan vardı. Oyun yer yer doğaçlama içeriyordu. Yani teknolojiye teslim olmakla hiç alakası yok. Ama bence tiyatro eskiden beri canlı sanatı teknolojiyle harmanlamıştır. Roma veya Antik Yunan devirlerindeki ‘deus ex machina’dan beri bu böyle. Nitekim Aristo’nun bu konuda yazısı var. Barok tiyatroda kullanılan birçok illüzyon da aslında son derece teknik şeylerdi. Bu da normal, çünkü hayatlarımız da teknolojiden ciddi anlamda etkileniyor.
“Gramatoloji” kitabında, “Bu dünya, evrensel bir okunuşa kapalı ve şifresini ancak varoluşun çözebileceği bir başka dünyanın elyazmasıdır.” diyen filozof Jacques Derrida ve “Modern Tirajedi”de, “İnsan ‘doğası gereği’ herhangi bir şey değildir: O, sınırlarını hem yaratan hem de aşan varlıktır” diyen romancı, eleştirmen Raymond Williams. Bu iki üstadın cümlelerin ışığında, küresel ölçekte içinden geçmekte olduğumuz bu pandemi süreci sizce, gösteri sanatlarını ve insanların yaşayış biçimlerini gelecekte nasıl dönüştürecek? Yoksa 4.5 milyar yıllık dünya tarihinde, 350 bin yıllık insanyavrusu hikayesi bildiği yerden devam mı edecek?
Kesinlikle insanlar yıpranmış bir hayvan türü. Bir şekilde kullanım kılavuzlarını, içgüdülerini kaybetmişler. Eskiden kendilerinin yaptığı her şeyi dışarıya – ya makinelere ya da işçiliğin paranızın yeteceği kadar ucuz olduğu ülkelere – yaptırmaya başladıktan sonra daha başka ne yapacaklarını bilmiyorlar. Sanırım bir süre devam edeceği için bu doğaya bakmak için iyi bir an. Pandemi süreci, daha ne kadar uzun süre kendimiz yaşayıp üremek istediğimizi kendimize sormamız için kesinlikle iyi bir zaman. Hem ekonomik büyüme hem de nüfus artışı, ortalama yaşam süremizin uzaması vs. anlamında büyümeyi sorgulamak için iyi bir an.
Masada yeni proje ve oyunlar var mı, buradan haberi vermek güzel olur?
Ahtapot eserim tamamlandı, seyircisini bekliyor. Aslında kaydı, çevrimiçi bir sürüm olarak Theatre Vidy-Lausanne tarafından bu hafta internette yayınlanacak. Kısıtlamalar esnasında terk edilmiş tiyatrolar için bir sesli tur yarattım: Black Box, Phantomtheatre for 1 person. (Kara Kutu, 1 kişilik Hayalet-tiyatro).
Rimini Protokoll’deki meslektaşlarım Helgard Haug ve Daniel Wetzel ile “Call Cutta” isimli “Çağrı Merkezi” oyunumuzun canlı – zoom – performansı – sürümünü yarattık. Sadece zoom’da gerçekleşen bir performans ve gelecek hafta bu projenin açılışını yapacağız. Ve Barcelona’daki (Center of Contemporary Culture of Barcelona) CCCB müzesi için büyük sürükleyici bir sergi üzerine çalışıyoruz… Ve Türkiye’ye gelecek olursak, Kundura Sahne’de “Remote İstanbul” sesli turumuzun (bu yaz) tekrardan başlamasını umut ediyorum.
Betül Memiş / Cnnturk.com
Kaynak