SOSYAL ÇEVRELER YARATMAK

Bu neredeyse bir öğretici oyun (Lehrstück) gibi.

Neredeyse. Belki ‘durum oyunu’ olarak adlandırılabilir.

Burada fikir aynı anda hem izleyici hem de oyuncu olmanız ve farklı konumları daha iyi anlamayı öğrenmenizdi. Bu da öğretici oyunlara oldukça benzerlik gösteriyor.

Asıl ilginç olan şey, sadece tek bir konumda olmayıp tüm roller arasında dönüşümlü olarak geçiş yaptığınızda didaktik seviyede ortaya çıkıyor. Ve elbette geriye şu soru kalıyor: Bir mesaj var mı? Situation Rooms’da mesele öncelikle perspektiflerin uyumsuzluğu; sentez imkanının olmaması. World Climate Change Conference’da sentez vardı çünkü küresel toplum kendine hedefler belirlemişti ve konu ise hedeflere ulaşılması uğruna potansiyel oybirliği sağlamaya yönelik gösterilen bu performanstı

 

World Climate Change Conference
© Benno Tobler

SOSYAL ÇEVRELER YARATMAK

Ancak tiyatro aynı zamanda sosyal süreçlerin, müzakerelerin ve benzerlerinin prova edilmesi ve deneyimlenmesine yönelik bir mekândır. Her ne kadar benzer düşünme biçimlerinin sonucu ortaya çıkmış olsalar da Situation Rooms ve World Climate Change Conference’ın sonuçları gerçekte birbirinden oldukça farklıdır. İlkinde teatral akdi kabullenmek ve çölde bir hastane çadırının içinde durduğuma inanmaya hazır olmak zorundayım. İkincisinde ise ortada bu kurgusal seviye olsa da birincil amaç oyunun kurallarını anlamak ve ulusların birbiriyle nasıl müzakere ettiklerini bilmektir.

Doğru, temel düzeyde olsa bile. World Climate Change Conference’da olay Birleşmiş Milletlerin fiili çalışma tarzı gibi olmasa da farklı pozisyonlarından birinde bulunmaktır. Oyundan ayrılırken mekânı 195 farklı bakış açısıyla paylaşmış olarak ayrılmış olursunuz.

Bizzat test ettiğinizde ya da yaşadığınızda diğer bakış açılarını nasıl farklı biçimde deneyimleyebileceğinizi çok merak ediyorum. Situation Rooms’da amaç daha çok nihai olarak bir kişiyle özdeşleşmektir; burada söz konusu olan sadece bakış açıları değil, basit avatarlardan (suretlerden) daha fazlasını ifade eden, çok spesifik biyografilerdir. Örneğin birisini sempatik bulup bulmadığım sorusu büyük bir etkendir. Eğer buna soyut anlamda bakabiliyorsanız ve öncesinde onların sadece sosyo-politik rolünü görebiliyorsanız bile oyundan onlara ilişkin yapısal iç görüler de elde edebilirsiniz.

Evet. Tiyatro her şeyden önce tuhaflığı algılayabilmek, tanıdık olmayana daha yakından bakabilmek açısından iyi bir araçtır. Bu durum gerçekte bilmediğin ya da anlamadığın bir şeye ilişkin bir anlayış geliştirmek için de geçerlidir. Fakat sadece bildiğim şeylerle aynı anda hem duygusal hem de entelektüel bir deneyim yaşayabileceğim bir mekândır da. Bununla birlikte tüm yeniden-sunum stratejilerinin arasında tiyatro söz konusu yerin orijinalinden tamamen farklı parametrelere tabii olan bir yerdir. Situation Rooms aynı zamanda, gözlemlenebilir durumla bağlantı kurma eylemini mümkün kılan bir mekândır.

Öyleyse özünde istediğiniz şey durumları oldukları gibi göstermek ve bu yolla daha iyi bir şekilde anlaşılmasını sağlamak. Ama eğer politik tiyatrodan söz ediyorsak, bir sonraki adım tiyatroyu yeni prosedürlerin, olasılıkların ve sistemlerin de geliştirebileceği bir mekân olarak görmek değil midir?

Kesinlikle. Ve daha da ötesidir. Bir Avrupa projemiz olan Home Visit Europa (Avrupa Ev Ziyareti)8 eserinde on beş ziyaretçi kendilerini sürekli başka bir apartman dairesinde bir masada bulurlar. Yani artık izleyiciler de yoktur, harici uzmanlar da. Olay on beş kişinin ‘rekabetçi iş birliğini’ keşfederek AB gibi bir kurumun politik mekanizmalarını çözümlemesidir.

Bana göre Politik teorisyen Chantal Mouffe’nin ‘agonistik çoğulculuk’ (Mouffe 2013) kavramı, politik teoriyi doğrudan tiyatroya uygulama problemine rağmen en azından yararlı bir metafordur. Temelde iç savaş anlamına gelen tam düşmanlığın tuzağına düşmek istemiyorsak ihtilafların dışa vurulması imkânının olduğu agonistik çoğulculuk alanlarına ihtiyacımız vardır. Tiyatronun rakipler olarak farklılıklarımızı, onları bastırmaya gerek duymadan, dışa vurabileceğimiz bir arena olabileceğine inanıyorum. Chantal Mouffe’un ‘agonizm’ kelimesini tiyatrodan, Antik Yunan trajedisindeki ‘agon’, yani söylemlerin rekabeti kelimesinden ödünç alması bir tesadüf değildir.

Home Visit’in hazırlık aşamasında oyun geliştiricilerle ve siyasal çatışmalara dair oyun modellerinin yaratıcılarıyla hali hazırda toplantılar yapmıştık. O gruplaşma mekanizmasından kaçmanın, belirli koşullar kapsamında şüpheci bir şekilde tahmin ettiklerinden ne kadar da zor olmasına ne kadar çok insanın şaşırıp kalması bu kurgusal müzakereler maratonunun beklenmedik bir ön sonucu olmuştu. Bir şeyin onaylanmasının gerekmesi, alternatifin olmayışı ve nihai bir metnin olması zorunluluğu bu koşullara örnek gösterilebilir. Sonrasında ise hazırlanan metnin zaten var olanlara oldukça benzediği ortaya çıkıyordu. Farklı bir çevrede geliştirmek suretiyle politik bir süreçte alternatif bir düşünme biçimi geliştirme girişimi sanatsal olmaktan çok neredeyse politik bir çalışma oluyordu. Böyle bir çalışma somut politik aksiyon modellerinin ortaya çıkmasına yol açabilir.

Bu noktadaki sanatsal taraf, hemen pragmatizmin içine çekilmemeniz, bunun yerine ‘radikal hayal gücü’ benzeri bir şeyin kendini ortaya koyması olabilir ki bu da politik bir değerden ziyade sanatsal bir değerdir.

Kesinlikle. Son olarak World Climate Change Conference’da ‘ABD’ temel olarak duruşunu değiştirdi ve ‘tamam, dinleyin, gazı kökleyelim ve ödeyelim’ dedi ve Yeşil İklim Fonunu yeniledi. Bu oldukça ütopik bir durumdur.

Toplumdaki temsil sorularının ne kadarının tiyatrodaki temsil sorularıyla yansıtılmakta olduğu sorusunu daima hayret verici bulmuşumdur: Kim kimi temsil ediyor? Hangi yetkiyle? Ne şekilde? Kim temsil edilmiyor? Diğer temsil modelleri nasıl tasarlanabilir?- örneğin bu en azından kısmen de olsa Yunan sol hareketinin ve Syriza partisinin kaygısıydı. Fakat politika hemen pragmatizme tabii olur, çok az hareket alanı vardır; belki olayları biraz daha radikal biçimde tasavvur edebilirsiniz ama politik teorisyen Gerald Raunig’in bir benzetmesini kullanacak olursak o durumda da tam yol ileri gitmekte olan geminizi seyir halinde tamir etmek zorunda kalabilirsiniz. Elbette bu da oldukça zorlayıcı bir durum olacaktır.

Ve gemi bile bir benzetme olmak için çok basit.

Tam yol ileri giden bir gemiyi, hâlâ geminin bir parçası olarak kalırken ona dışarıdan bakmak için bir an için durdurduğunuzda teatral alan benim için politik anlamda ilgi çekici hale geliyor. Aynı zamanda geminin hem içinde hem de dışındasınız, aynı zamanda hem gerçek hem de yapay, aynı anda hem fiili hem de sembolik bir durum ortaya çıkıyor. Burada başka hangi temsil biçimleri hayal edebiliriz?

Söyleyeceklerimi unuttum. Ne zaman ‘temsil’ kelimesini duysam kafamın içinde garip bir vızıltı hissediyorum.

Kim temsil ediliyor ve nasıl temsil ediliyor? İşte Yunanistan’da, İspanya’da, değişik biçimlerde Almanya’da, ABD’de ve aslında dünyanın her yerinde politik mücadelelerin temelindeki konu budur. Bu konuya tiyatrodaki sanatsal süreçler dahilinde bakmak ve hatta bu konuyla baş edebilmek için yeni yolların geliştirilmesi nasıl mümkün olabilir? Bana göre bunu başarmak için en iyi araçtır hâlâ tiyatrodur.

            Bunu sanatsal süreçlere aktarmak önemli bir şey. Geçenlerde Yunanistan Başbakanı Çipras, Anestis Azas ve topluluğunun çok iyi bir yapıtını izlemeye gitti. Oyun Farmakonisis yakınlarında batan ve içindeki insanların çoğunun boğulduğu bir mülteci botu davasını konu alıyordu9. Mülteci gruba dâhil olduğu açıkça belli olan genç bir çocuk insan kaçakçılığı suçundan inanılmaz uzun bir hapis cezasına çarptırıldı. Olayla ilgili her şey şaibeliydi ve davanın ele alınış biçiminin büyük bir kısmı ise çok çirkindi. Aylardır ne denizde ne de göçmen kamplarında sığınmacıların durumunu iyileştirmek için anlamlı hiçbir şey yapmamış olmasına rağmen Çipras oyuna gülümseyerek geldi ve oyundan gülümseyerek ayrıldı. Muhtemelen o tiyatro akşamından, kültürlü insanlarla bir araya gelmiş olması, mekânın ne kadar barışçıl olduğu ve bu kültürlü insanların günümüz sorunlarını nasıl da ‘aktardıkları’ dışında hiçbir şey kazanmamış olarak ayrılmış oldu. Çoğunlukla bizim de yaptığımız gibi.  Ancak öte yandan siz tiyatrodan algı ve herkesçe bilinen şeylerin, farklı bir eylem türünün test edildiği bir laboratuvar gibi bahsediyorsunuz. Alternatif anayasa taslakları için oy verilen oyunlar bile var.

Kesinlikle. Bu Mayakowsky/Brecht’in klasik sorusudur: Sanat toplumun aynası mıdır yoksa toplumu değiştirmek için bir balyoz mu? Yalnızca koşulları gözlemlemek ve analiz etmek yeterli midir? World Climate Change Conference gerçeği değiştirme ve politikayı gerçekten etkileyebilme imkânını irdeliyor – ama elbette sadece mış gibi yapıyor. Eğer anlarsanız bir şeyler iyileşebilir umudunda eleştirel bir Aydınlanma tavrı sergiliyor.

Ama ya sanatçılar ve seyirciler için somut bir değişime katkı yapmak için gerçek bir imkân olsaydı? O zaman tiyatronun bu konuda spesifik imkanlarını neler oluştururdu? Biz tiyatrocular olarak insanlar nasıl bir araya getirilir, insanlar nasıl organize edilir, temsil nasıl işler, vb. konularda çok büyük bir tecrübeye sahibiz. Neden bu bilgi birikimini kullanmaya çalışmayalım?  Nihayetinde parlamenter alanlar da birer tiyatro, tiyatrolar da birer parlamenter alan değil mi?

Bu konu, parlamentoyla ilgili bu teatral dönüşüm, bir zamanlar benim için de ilgi çekiciydi. Bu arada temsil konusundaki farklılıklar sebebiyle tiyatronun imkânları ile parlamentodaki oldukça pespaye şov arasındaki farkın bilincindeyim. Elbette siyasi eylemcilerin bakış açısından, bir analizci ve duygudaş olarak sahnenin altında oturduğum ve eve gittiğimde güzel bir şekilde taklit edebileceğim aynı mekanizmaların tekrar tekrar bana sunulduğu Aydınlanmacı burjuva tiyatrosu kavramı oldukça pespayedir…

Ama bu nasıl oluyor da sizin de yaptığınızla tam olarak aynı şey olmuyor?

Ah! Ben öyle görmüyorum. Ama bu konuda düşüneceğim. Bizim hareket noktamız bu değil. Ama burjuva tiyatrosu binalarını kullanıyorsanız söylediğiniz şey her zaman arka kapıdan tekrar girecektir. Oradaki parametreleri değiştirerek bir şey değiştirebilir miyim? Bunu yapabileceğimizi iddia ediyoruz. Muhtemelen psikologların sadece sana bir şey olduysa hareket etmeye başlayabilirsin gibi bir sürü hoş vecizeleri vardır. Bu yüzden tiyatro seviyesinde söz konusu olan balyozla ayna arasındaki ayrımdır: gözlemim ve duygudaşlığım uzaktan mı geliyor yoksa farklı mı hareket edeceğim? Balyoz kışkırtma propagandası mantığında ve devrimde kişide alarm zillerinin çalmasına da neden olabilecek bir araçtır ve kendilerini politik uygulamalara gömen sanat projeleri, özellikle de tiyatroda, çoğu zaman kendi geçicilikleriyle zincirlenmişlerdir.

Christoph Schlingensief’in partisine10 ya da sığınmacıları kurtarmak amacıyla kamera donanımlı kullanılamayan bir ada hazırlayan Zentrum für politische Schönbeit’in (Politik Güzellik Merkezi) sözde eylemlerine bakın11. Düşüncenin yalnızca bilgiden değil bunun yanı sıra kullanılan biçimsel araçlardan da beslenerek tiyatroyla birlikte geliştiğine gerçekten inanıyorum. Bir pozisyonda temsil edilmek yerine o pozisyonun içinde yer aldığımda farklı mı düşünürüm? Bence öyle. Ama bu durumda net bir biçimde, politika yapılan bir alandan farklı bir alanda hareket ediyor olacağım.